Ümitvar mı Olacağız, Karamsar mı?
Ömer Seyfettin'in, "Mermer Tezgah" isimli hikayesini okumuşsunuzdur. Zihninde farklı bir düşünce olmayan, tüm ruhu ve samimiyetiyle işine odaklanıp, bütün yontma, kesme, biçme vb. marangozluk işlemlerini mermer bir tezgahın üzerinde sıfır hata ile yapan Marangoz Ali Ustanın hikayesi. Ali Ustanın bu durumu mütecessis bir insan olan Cabi Efendinin dikkatini çeker ve kurmuş olduğu planla Marangoz Ali'nin zihnini meşgul eder, dikkatini dağıtır ve ertesi gün hata yapıp mermer marangoz tezgahını kırmasına sebep olur. Zihni vesvese ve evhamlarla meşgul insanın dikkatini işine veremeyeceğinin ve mahir olamayacağının ispatıdır bu küçük hikaye.
Bugün Müslüman Toplumların siyasal, sosyal, ekonomik, bilimsel, teknolojik, askeri ve eğitim alanlarında geri kalmışlığını, iyi olmadığını ya da ideal Müslüman Topluluklar olamadığının nedenlerini/sebeplerini basit bir mukayese ile ortaya koymanın mini bir özeti. Müslüman toplumların zihin dünyası akademisyeninden sokaktaki vatandaşına, siyasetçisinden sporcusuna, esnafından bürokratına, öğrencisinden iş insanına, ekonomistinden askeri personellerine kadar karışık. Dolayısıyla hiç kimse asıl yapması gereken kendi sorumluluk alanına yoğunlaşamıyor. Bundan dolayıda elindeki keseri doğru yere vurması beklenirken sürekli mermer tezgaha vuruyor. Artık tezgah paramparça oldu ve üzerine malzeme konulacak yeri kalmadı.
İslam dünyası veya müslüman topluluklar bin sekiz yüzlü yılların ikinci yarısından itibaren pozitivizm, emperyalizm, kapitalizm dayatmasına karşı öz güven ve özgürlük ile mukallitlik/öykünme ve mandacılık arasında gidip geliyorlar. Rol yaparak veya rol çalarak kendisi olacağı evhamıyla hareket ediyor. Her gün gündemimiz, zihin dünyamız, toplumsal hafızamız; bizi kendi iç dünyamıza yoğunlaşmaktan, mükellefiyetlerimize odaklanmaktan, dikkatimizi toplamaktan uzaklaştıracak onlarca yapay ve günübirlik problemle meşgul ediliyoruz. Bu meşguliyetler toplumda ve toplumların ortaya çıkarmış olduğu kolektif yapılarda ciddi anlamda bir dikkat dağınıklığına, güç kaybına ve zaman israfına sebep oluyor.
Salim bir akıl, selim bir kalp ve dertli bir gönülle Müslümanların yaşadığı coğrafyalara baktığımız zaman son 150 yıldır, Müslüman toplulukların ekonomik krizler, terör saldırıları, darbeler, iç karışıklıklar, rejim değişiklikleri, açlık, yoksulluk, sahtecilik ve sahtekarlıklar ile oyalandığını, enerjilerinin tüketildiğini görüyoruz. Bu durum özellikle yetişmekte olan kuşakları bir anlamda öğretilmiş çaresizliğin içine itiyor. Bugün X,Y ve Z kuşağı olarak adlandırılan kuşakta yer alan, Orta Asya'dan Orta Doğu'ya, Afrikadan Hint Alt Kıtasına, Uzak Asya'dan Doğu Avrupa'ya tüm bu bölgelerde yaşayan Müslüman bireyleri değerlendirdiğimizde doğduklarında kendilerini savaşın, kaosun, yoksulluğun, iç karışıklıkların, darbelerin, ayaklanmaların, isyanların mütemadiyen yaşandığı bir coğrafyada buldular. Yıllar değiştikçe de, onlar çocukluktan gençliğe, gençlikten olgunluğa doğru ilerledikçe ülkelerindeki ya da doğup büyüdükleri coğrafyalardaki vasat hiç değişmedi. Hatta zaman zaman kaos daha da büyüdü ve daha da kötüye gitti. Hayallerindeki ideal hayat, toplum ve devlet anlayışı ile reeldekinin tamamen birbirine zıt olduğunu müşahede ettiler. Dolayısıyla sûni gündemler hem bireylerin hem devletlerin enerjisinin boşa harcanmasına sebep oldu.
Bu noktada şu soruyu sormak gerekiyor: Müslüman toplumların maddi-manevi bütün bu kayıpları, kaos teorisi açısından değerlendirdiğimizde kimin işine yaradı? Müslüman toplumların bu kaotik durumundan kimler kârlı çıktı? Bu soruya verilecek cevap ve o cevabın neticesinde ortaya konulacak olan yaklaşımlar kaosun sonlandırılması için belki de atılacak ilk adım, temele konulacak ilk taş/harç olacaktır.
Dünya Müslümanları, kendilerini zihnen oyalayan kaotik ortam oluşturarak toplumun maddi ve manevi gücünü, potansiyel ve kinetik enerjisini farklı yerlere kanalize ederek çatıştıran yapay prangalardan kurtulmaya çalıştıkça yeni prangalarla mücadele etmek zorunda kalıyor. Yalnız bazen bu yeni prangalar farklı söylemlerle ambalajlanarak sunulduğundan dolayı bunun bir pranga olduğunun bile farkına varmayıp bunu ayağına takılmış altın bir halhal, bileğine geçirilmiş altın bilezik ve boynuna takılmış altın bir gerdanlık zannedebiliyor. Bu zanna kapılmasına sebep de; Müslüman toplumlardaki kaotik ortamın devamından nemalanan güçlerin, etkin ve etkili PR ve algı çalışmaları olduğunu görüyoruz.
Örneğin Türkiye, kırk yıldır enerjisini tüketen terör belasından kurtulmaya azmedip bütün dikkatini o alana yönlendirince sûni ekonomik krizler, post modern darbeler, suikastlar, gezi kalkışması örneğinde olduğu gibi iç isyanlar ve LGBT gibi asimetrik-psikolojik savaş unsurlarıyla dikkatleri farklı noktalara kaydırmaya çalışıyorlar. Bilim ve teknoloji üretmesi gereken üniversiteler siyaset ve toplum mühendisliğinin laboratuvarı haline getirilmeye çalışılıyor. İstihdam ve ekonomik katma değer üretmesi gereken iş insanları ve tüzel kişilikler, faiz ve stokçulukla içerisinde bulundukları toplumun ayağına değil kalbine sıkıyorlar. Kadim hikmetten ve irfan geleneğinden istifade ile yeni değerler üretmesi gereken STK'lar ve kanaat önderleri taraftarlık, tarafgirlik ve ben merkeziyetçi yaklaşımlarla iftiraka sebep oluyorlar. Bu noktada gerek toplumumuzda gerek Türkiye'nin hamiline ve rehberliğine ihtiyaç duyan tüm Müslüman topluluklardaki her bir bireyin kendisine sorup cevaplaması gereken soru şu olmalı: "Mermer tezgaha zarar vermeme adına, elimdeki keseri tezgahın üzerindeki malzemeye tam isabetle vurabilmek için, salim bir kafa, selim bir kalp ile kendi idealime, Müslümanların ortak hedefine odaklanabiliyor muyum? İttifakın ve vahdetin bir bireyi olabiliyor muyum? Yoksa bana süslü ambalajlar içerisinde sunulan, zihnen, fikren, kalben beni prangalayan, ruhumu esir alan bir takım yaklaşım cereyan veya fikirlere prim verip iftiraka, ayrılmaya, dağılmaya, ve kaosun sürmesine katkıda mı bulunuyorum?
Ümitvar olabilmek için başta nefsimizden başlamak üzere uzun bir yol, çetin bir mücadele bizi bekliyor. Karamsarlık için biraz neme lazımcılık, biraz eziklik psikolojisi ve tarihi misyonu inkar, yetip artıyor bile... Son söz, Müslümanlar için ittifakın vacip, ihtilafın caiz, iftirakın haram olduğu bilincinde olarak hareket etmekten geçiyor. Bilmem anlatabildim mi?