Türkiye’de yeni bir darbe mümkün mü?
Eylül, demokratik taleplerin göz ardı edildiği, milli iradeye darbe vurulduğu aylar içinde önemli bir yer tutuyor. 1961’te merhum Menderes ve arkadaşlarının idamı, 1980’de sistematik hak ve özgürlük ihlalleri dönemini başlatan askeri darbe, 2001’de ise küresel ölçekte anti-demokratik bir süreci tetikleyen olaylar hep bu ayda gerçekleşti.
Geçen hafta içinde ‘kurtuluş’ günü etkinlikleri kapsamında Edremit’te hepimizin gözü önünde sahneye konulan rezaleti de bu eğilime örnek olarak gösterebiliriz. Kurtuluş Savaşı’nı veren insanımız, güya kendisini anmak isteyen bir güruh aracılığıyla rencide ediliyor, milletimizin değerlerine karşı apaçık bir saldırı gerçekleştiriliyor. Asıl maksatlarının başka olduğunu, günün ruhuyla uzaktan yakından alakası olmayan bir tertibin sahnelendiğini görüyoruz.
Oysa bugün Türkiye yepyeni bir döneme girdi; daha doğrusu girmek zorunda. Değişim ve dönüşümde 15 Temmuz önemli bir milattı. İçindeki hainleri temizlemesi için esasen vesile de olan bu dönemin nasıl değerlendirildiği tartışmaya açık olsa da özellikle TSK ve yargıda konuşlananlara karşı belli bir başarı elde edildiği söylenebilir.
28 Şubat’çı generallerin paşa paşa cezaevi yolunu tutmaları; oraya ulaşıncaya kadar rütbelerinin sökülmesi önemli bir kilometre taşı olarak değerlendirilebilir. Adalet yerine geldi ve yerine geldiği cümle âleme de gösterildi.
Ancak, darbe heveslileri, millet düşmanları tüm iddia ve taleplerinden vazgeçmiş değiller. Her vesileyle eskiye dönüş iradelerini ortaya koyuyorlar. Bu bazen diplomatlar eliyle, bazen akademisyenler, bazense sanatçı olduğunu söyleyen insan müsveddeleri aracılığıyla uygulamaya konuluyor. İşin en acısı ise, siyaset kontenjanından toplumun önüne geçen, belki belediye başkanı, belki milletvekili belki de bir siyasi parti koltuğunu işgal edenlerin buna teşne olmaları.
Oysa bilmeleri gereken şey siyasetin, siyasal mekanizma aracılığıyla işletileceğidir. Bu kesimlerin topluma racon kesmek için gerekçe olarak kullandıkları kadını, yine kendisi üzerinden rencide ederek ve ona giyim-kuşamı üzerinden saldırarak bir netice almaları mümkün görünmüyor.
Bolu belediye başkanı, mesela, toplumun kutsal saydığı değerleri tahkir ederek yükselebileceğini sanıyor. Evet, popüler olabilir; evet kendisi gibi düşünenler nezdinden bir adım öne geçebilir. Lakin toplum genel manada buna prim vermez; kendisini rezil eder.
Terör örgütlerine karşı yürütülmekte olan operasyonlarla her gün muvazzaf askerlerin tutuklamaları, diğer kurum ve kuruluşlardaki değerlendirmeleri tartışmalı hale getiriyor. Anladığımız kadarıyla yargı ve devlet aklı daha çok silahlı kuvvetlere yönelmiş durumda. Diğer mecraların ihmal edilmesi darbe heveslilerini cesaretlendirme bakımından oldukça ciddi bir potansiyel tehdit.
28 Şubat sadece 14 general tarafından gerçekleştirilmedi. Brifing alarak gereğini yerine getiren yargı nerede? Milletvekili borsası kuranlara niçin dokunulmuyor? Medya boyutu, YÖK aşaması, iş dünyası neden hesap vermiyor?
Darbeler yeni bir toplumsal ve siyasal düzen getirmek için icraya konulurlar. Yani, siyasi, bürokratik, özel sektör, medya, yargı, sivil toplum ayakları olmadan olmaz.
Türkiye maalesef bütün bu ayaklarla ne 27 Mayıs ve 12 Eylül, ne 28 Şubat ve 27 Nisan ne de 15 Temmuz açısından yüzde yüz mücadele etti. Etmeyince de milli irade düşmanları kendilerine alan açmaya devam edebiliyorlar.
12 Eylül’de tüm suç askerlere yükletildi; 28 Şubat’ta da aynısı oldu. 15 Temmuz biraz daha geniş kapsamlı olsa, nispeten iyi bir sınav dönemi geçirse de tüm sorumluluğun askerlere yıkılması hadisesi burada da mevcut.
Doğrusu, mücadeleye önce akıldaneleri olan ‘sivil’ ayaktan, ‘akademik’ taraftan ve bürokrasi ve medya kesimlerinden ve siyasi boyuttan yaklaşmak.
Aksi halde daha çok darbe ve darbe tehdidi mevzusu konuşmaya devam ederiz…