Suriye ile Yeni ‘Normal’/leşme
Son haftalarda dış politikanın çok önemli bir gelişmesi olarak tezahür eden Suriye ile normalleşme süreci, dış ve iç politikada önemli bir sürecin kapılarını ve beraberinde yeni tartışmaları açmış görünüyor. Türkiye iç siyasetinde “Esad” mı “Esed” mi (بَشَّارُ ٱلْأَسَدِ - Beşşar El-Esed) tartışıladursun; yeni süreç hem göç/menlik hem de Suriye’nin yeniden inşası ve toprak bütünlüğünün sağlanması açılarından kritik dönüm noktalarından birine işaret ediyor.
Bu konuda önemli gördüğüm hususların başında, yeni dönemin El-Esed ya da Baas tartışmaları çerçevesinden çıkarılarak Suriye devleti ve siyasi iktidarı ile inşa edilmek zorunluluğu… Yani tartışmanın odak noktasını El-Esed’den ziyade, Türkiye ile Suriye Devleti arasında gelişecek müzakereler ve diyalog kanallarının tesisi oluşturmalı. Zira El-Esed, savaşın başından bu yana bir baba ‘mirası’ olarak Suriye’de çok ciddi suçların işlenmesine ve büyük insani trajedilerin gerçekleştirilmesine neden olmuş durumdadır.
Bir Uluslararası İlişkiler hocası olarak öğrencilerime “devletler arasında ebedi düşmanlıkların olamayacağı” hususunu sıklıkla zikreden birisi olarak, yeni sürecin düşmanlık-dostluk çerçevesinden çıkarılarak ulusal menfaatler, egemenlik, toprak bütünlüğü ve güvenlik gibi kritik unsurlar bağlamında ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Kaldı ki gelinen durum ve konjonktürde Suriye devleti ile resmi görüşmeleri başlatmak ve tıkanan/kesilmiş kanalları açmaktan başka bir yol da görünmüyor…
Bununla birlikte, saf ve sorunsuz bir barış ise çok olası görünmüyor… Engellerle dolu. Bu durumun oluşmasında “Suriye’nin geleceğinin nasıl inşa edileceği” meselesi önem taşıyor. Topraklarının tümü üzerinde egemen olamamış, terörden ülkesini arındıramamış, dış güçleri ülke topraklarının dışına çıkaramamış ve her şeyden önce hukuk ve adalet çerçevesinde bir ülke ve devlet inşa edememiş bir Suriye ile en mükemmel barış bile mutlak bir akamete uğrayacaktır. Refah da barış da çözüm de Suriye devleti ve halkının elindedir.
İlave olarak; Suriye’deki tüm süreçlerin tek başına sorumlusunun veya barışın sağlanmasının yegâne anahtarının sanki Türkiye imiş gibi gösterilmeye çalışılması ise bir başka garabeti gözler önüne sermektedir. Bugün Suriye topraklarının ABD, Rusya, Çin, Birleşik Krallık gibi ülkelerin askerlerine ve onlarca terör örgütü mensubuna ‘ev sahipliği’ yaptığı da akıldan çıkarılmamalı. Çok aktörlü ve yapılı bir saha olan Suriye’de barış, her ne kadar sadece Türkiye’nin elinde olmasa da süreçlerdeki sorunlardan en çok etkilenen ülkenin Türkiye oluşu da ayrı bir vakıadır.
Küresel güçlerin hesaplaşmaları Yemen, Irak, Afganistan, Ukrayna ve Tayvan sahalarında olduğu gibi Suriye’de de gerçekleşiyor… Ama gelişmelerden burada en çok Türkiye-Suriye ilişkileri etkilenmiş görünüyor. Suriye savaşının başından bu yana söylediğim; bunun bir iç savaş olmaktan öte küresel bir savaşa karşılık geldiğidir. Bu tezim, gelişmeler karşısında beni haklı çıkarıyor.
Arapların, bilhassa Suudi Arabistan ve İsrail’in Türkiye-Suriye görüşmelerinin en büyük destekçilerinden olduğunu not etmeliyim. Zira ortak düşmanın burada İran olduğunu göz önüne aldığımızda, Türkiye’nin Suriye sahasında pozitif ilerlemesi ve ilişkileri “kontrol edilebilir” hale getirmesi, Suriye’de bugün derin bir etki oluşturmuş İran’ın bölgede durdurulması anlamına gelecektir.
Bu durum bir taraftan Araplar ile İsrail’in elini güçlendirirken, diğer taraftan da Türkiye ile İran arasındaki ilişkilerde tansiyonu artıran bir etmen olacaktır. Rusya’nın dengeleyiciliği ise bu sürecin ana belirleyicisi olacak gibi görünüyor. İran’ın Şii yayılmacılığı siyasetinin en çok İsrail için beka sorunlara neden olduğu hesaba katılınca da ABD’nin Suriye’de hem Suudileri hem de Yahudileri kayırmaya devam eden bir çizgi izleyeceği de tartışmasız görünüyor.
Çok bilinmeyenli bir denkleme muhtevi Suriye krizinin, önümüzdeki günlerde belirleyicisi ve kilit ülke konumundaki aktörünün yine Türkiye olduğu hesaba katılmalıdır. Bununla birlikte bir barış ihtimalinin sonuçlarının ülkemiz ve devletimiz açısından çok yakından takip edilmesi zaruri olduğunu düşünüyorum. Savaştan en çok biz etkilendiğimize göre, olası bir barışın da e çok bizim hakkımız olacağını ifade etmek istiyorum.