Nato Zirvesi Ve Türkiye-Fransa Diplomatik İlişkilerinin Geleceği
Norveç’li siyasetçi ve NATO 13. Genel Sekreteri olan Jens Stoltenberg NATO zirvesi açılışı sırasında, liderleri davet etme seremonisininöncesinde basın mensuplarına NATO 2021 Haziran zirvesinin çerçevesini çizdi. Kısaca şöyle dedi Stoltenberg;
“Günaydın. Hepinizi görmek güzel. Ve bugün tüm NATO Liderlerini zirvemize davet etmeyi gerçekten sabırsızlıkla bekliyorum. İttifakımız için çok önemli bir anda buluşuyoruz. Ve bugün transatlantik ilişkilerimizde yeni bir sayfa açacağız. Liderler, aralarında Rusya’nın da bulunduğu çok çeşitli konuları tartışacaklar. Ve Rusya ile ilişkimiz Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana en düşük noktasında Bunun nedeni Rusya’nın saldırgan eylemleridir. NATO Liderlerinin Rusya’ya çift yönlü yaklaşımımızı onaylayacağından eminim: diyalogla birlikte güçlü savunma.Ve eminim ki NATO Liderleri, Başkan Putin ile yapacağı görüşmeden önce Başkan Biden ile istişare fırsatını memnuniyetle karşılayacaktır.Çin’i de ele alacağız. Elbette fırsatlar var ve iklim değişikliği, silah kontrolü gibi konularda Çin ile yakınlaşmamız gerekiyor. Ancak Çin’in askeri birikimi, artan etkisi ve zorlayıcı davranışları da güvenliğimiz için bazı zorluklar yaratıyor. Ve onları bir İttifak olarak ele almalıyız. Bu arka planda, NATO Liderleri bugün iddialı ve ileriye dönük bir gündem olan NATO2030 gündemi üzerinde anlaşacaklar.”
Oldukça yoğun olan bu gündemden anlaşılıyor ki; Çin ve Rusya büyük tehdit olarak kodlanıyor ve karşı kutupta yer aldıkları özellikle vurgulanıyor. Çin’in askeri kapasitesi her geçen gün artıyor ve yapmış olduğu savunma harcamaları dünya barışını tehdit ediyor. Sputnik’in2021 Nisan ayında yapmış olduğu habere göre; küresel askeri harcamaların 2020’de yüzde 2,6’lık artışla 1 trilyon 980 milyar doları geçtiğini belirten Stockholm Uluslararası Barış Araştırması Enstitüsü’nün (SIPRI) raporunda savunmaya en fazla bütçe ayıran ülkeler ABD, Çin, Hindistan, Rusya ve İngiltere oldu. Çin ve Rusya ilk beşte yer alıyor.
SIPRI’nin yayınlamış olduğu ‘Dünyada Askeri Harcamalardaki Eğilimler 2020’ raporunda yer alan bilgiler bize NATO ülkelerinin savunma harcamalarınınRusya ve Çin için yeterince tehdit oluşturmadığını gösteriyor. Fakat Rusya’nın planlamış olduğu savunma harcamalarını tam olarak gerçekleştirememesi ekonomik olarak sahaya yansıyor. Rusya’nın özellikle Ukrayna ve Kırım’daki işgalci pozisyonu NATO’yu fazlasıyla endişelendiriyor. Bu yüzden Soğuk Savaş’ın devamı niteliğinde yeni bir çatışma atmosferinin ufukta belirdiği gözlerden kaçmıyor. Pandeminin bile yavaşlatamadığı aksine belirgin bir artışın gözlemlendiği dünya savunma harcamaları, küresel çapta sıcak çatışmanın,önemsiz gibi görünen bir olay sonucunda bir kıvılcımla başlayabileceği ihtimalinin her geçen gün daha anlamlı hale geldiğini gösteriyor.
Küresel ekonominin bir önceki yıla göre yüzde 4,4 küçülmesine rağmen savunma yatırımlarının GSYİH’deki payı 2020’de artarak %2,4’e ulaşması küresel aktörlerin içten içe kaynadığı anlamına geliyor. Bu oran %2,2 seviyesinden buralara kadar gelmiş ve 2009 küresel mali ve ekonomik krizinden bu yana savunma harcamalarından en yüksek oran olduğu ortaya çıkıyor. Bir başka açıdan değerlendirildiğinde; 2019 yılındaki verilere kıyasla küresel askeri harcamalar 2020’de yüzde 2,6 artarak 1 trilyon 980 milyar dolara ulaşmış. Türkiye’nin adının geçmediği bu kategoride ABD savunmaya 778 milyar, Çin 252 milyar, Hindistan 72,9 milyar, Rusya 61,7 milyar ve İngiltere 59,2 milyar dolar ayırmış. İlk beşte yer alan devletlerin küresel savunma yatırımlarına %62 oranında baskın kalması üzerinde düşünülmesini gerektiriyor. Sputnik haberinde SIPRI’nin vurguladığı; Rusya’nın savunma harcamalarının 2 yıldır üst üste yükseldiğine dikkat çekiyor. Rusya’nın geçen yılki askeri yatırımlarının planlandığından %6,6 aşağı yönlü saptığını belirtmekten de geri durmuyor. NATO üyesi 12 ülkenin de GSYİH’lerinin yüzde 2 ve fazlasını orduları için ayırdığı raporda yer alıyor.
Bütün bu yaşanan gelişmelerden sonra NATO 2021 Haziran zirvesinin sonuç bildirgesini yayınladı. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Brüksel’de düzenlenen zirvede ittifak üyelerinin Çin’in yükselişine ortak bir yanıt vermeleri gerektiğini ifade etti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da katıldığı zirvenin ardından yayımlanan sonuç bildirgesinde, Çin’in davranışları “sisteme bir meydan okuma” diye tanımlandı. Çin’in tepkisi gecikmedi; bildirgenin yayımlanmasından saatler sonra Çin’in Brüksel’deki Avrupa Birliği temsilciliği, NATO’yu “Çin’in barışçıl kalkınmasını kötülemek için iftira atmakla” suçlayarak, Çin’in savunma politikasının “doğal olarak savunmada olduğunu” belirten bir açıklama yayımladı;
“Çin hiç kimseye sistematik tehdit olmayacaktır ancak bize bir sistematik tehdit gelirse oturup hiçbir şey yapmadan bekleyecek değiliz.”
Önümüzdeki günlerde Çin-NATO gerginliği uluslararası siyasi atmosferi daha da ısıtıp ekonomik yaptırımları devreye almayı gerektirebilir. Bu durumda Çin’deki yabancı yatırımlar tehlikeye gireceği ve dünya yeni bir iktisadi bunalımın eşiğine gelebileceği öngörülebilir.
Türkiye-Fransa İlişkileri
Türkiye-Fransa ilişkilerine baktığımızda tarihi geçmişimiz, I. Francis ile Kanuni Sultan Süleyman arasında kurulan ittifaktan başlayarak 16. yüzyıldan günümüze kadar uzanan uzun bir süreci kapsamaktadır. Louis’nin saltanatından itibaren yoğun diplomatik ilişkilerin cereyan ettiğini söyleyebiliriz. Sonraki dönemdeyse Fransa’yla ilişkilerimiz, I. Napolyon’un 1798’de Mısır ve Suriye’deki Fransız seferi ve modern çağın şafağı ile daha karmaşık hale gelmiş.
Türk Dışişleri Bakanlığı’na göre; Fransa, uzun yıllara dayanan ilişkilerimizin verdiği güven ve 650 binden fazla Türk topluluğuna ev sahipliği yapan, Türkiye’nin önde gelen müttefiklerinden biri olduğu kadar önemli bir ticari ve ekonomik ortaktır.Türkiye ile Fransa arasındaki diplomatik ilişkiler, 1481-1512 yılları arasında hüküm süren Osmanlı Padişahı II. Bayezid’in zamanına kadar uzanır. 1483 yılında ilk ilişkiler vuku bulurken, Bayezid’in Fransa’daki kardeşi Cem Sultan hakkında bilgi almak için XI. Louis’e Limni adasından Rum asıllı bir elçi gönderdiği bilinen bir gerçektir. Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk Fransız büyükelçisi Jean de la Forest, 1535’te göreve başlamış; 1535’teki kapitülasyonlarla Fransa, Osmanlı İmparatorluğu’nun en ayrıcalıklı devleti haline gelmiş ve Osmanlı Devleti’nin ilk büyükelçisi Yirmisekiz Mehmet Çelebi 1721’de Fransa’ya atanmıştır. Yakın tarihte yer alan Türk Kurtuluş Savaşı sırasında, 20 Ekim 1921’de imzalanan Ankara Antlaşması, Türkiye-Fransa ikili ilişkilerinin temelini oluşturuyor. Son yıllarda ilişkilerimizin zaman yavaşladığı ve bazen kopma noktasına geldiği herkesin malumudur.
Bugünse Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un genel olarak Müslümanlara, özel olarak Türk soydaşlarımıza karşı geliştirdiği politikalar oldukça rahatsız edici bir hal almıştır. Çıkardığı yasalarla Müslümanların yaşam alanlarını ve inanç özgürlüklerini kısıtlayan adımlar atmış olması Macron dönemindeki hassas Türkiye-Fransa ilişkilerini daha da gergin bir atmosferin içine çekmiştir. Belçika’nın başkentinde bulunan NATO genel merkezinde 14 Haziran’da başlayanolağanüstü gündemli zirve bu gerginliğin yumuşaması için bir fırsat teşkil etmiş; Erdoğan-Macron mini zirvesi gerçekleşmiştir.
Yakın dönemde Türkiye-Fransa ilişkilerinin nasıl gerildiğine göz atacak olursak; Doğu Akdeniz ve Libya’daki gelişmeler nedeniyle Türkiye ile Fransa arasında diplomatik gerginliğin son günlerde giderek arttığını, bunun neticesinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Fransız ürünlerinin boykot edilmesi çağrısında bulunduğunu anımsayabiliriz. Euronews’in 26 Ekim 2020 tarihli haberine göre; Türkiye’ye karşı söylemlerini sertleştiren Macron, Eylül 2020’de Ankara’nın Doğu Akdeniz’de “NATO müttefiki gibi hareket etmediğini” belirterek Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye karşı açık olması gerektiğini vurgulamıştı. Türkiye ile Fransa arasındaki siyasi gerilim, ‘Ermeni soykırımı’ yasa tasarısıyla da gündeme gelmişti, ancak bütün bu gelişmelere rağmen iki ülke arasında ticaret hacmi 2000’li yılların başından bu yana yükseliyor.
Yedi yüz bine yakın gurbetçimiz Fransa’da hayatını sürdürüyor. Gerek yatırımlarımızı yaparken gerek ihracatımızı gerçekleştirirken bu çok güçlü bağlarımızın ticaretimizi yükseltmesi sürpriz değil. Ancak siyasi ilişkilerimizin yumuşaması ve sıkı diplomatik ilişkilerin yeniden tesis edilmesi tarihi ilişkilerimizin yeniden canlanması anlamına gelecektir. Uluslararası ekonominin alanına giren Fransa hükümetinin tutmuş olduğu raporlara göre Türkiye, Fransa’nın AB dışındaki 3. büyük ticaret ortağı pozisyonunda yer alıyor. Fransa’yla olan ticaret hacmimiz 2019’da 15 milyar Euro’ya ulaşmış durumda. Bu demektir ki; son on yılda, iki ülke arasında ticaret hacmi yüzde 47,4 seviyesinde yükselmiştir.
Oradaki soydaşlarımızın 300 binden fazlasının ayrıca Fransız vatandaşlığına sahip olması da çarpıcı bir gerçek olarak önümüzde duruyor. Dışişlerine göre; Fransa’da 23-30 Mart 2014 yerel seçimlerinde il meclislerine Türk asıllı 200 Fransız vatandaşı seçilmiş, 200 kişiden 16’sı belediye başkan yardımcısı, 184’ü meclis üyesi seçilmiş ve bir önceki yerel seçime (103 Türk seçilmişti) kıyasla, Türk kökenli başarılı Fransız vatandaşlarının sayısı önemli ölçüde artmış durumda. Ülkemizdeki Fransızlara gelince; İçişleri Bakanlığı verilerine göre 2015 yılı istatistiklerine göre Türkiye’de 3152 Fransız vatandaşı yaşamakta ve bunların 508’i istihdam, 411’i eğitim amaçlı Türkiye’de bulunmakta. Turizm açısından da ilişkilere bakıldığında 2015 yılında Türkiye’yi 850 bine yakın Fransız turistin ziyaret ettiği görülüyor.
Erdoğan’ın zirve öncesinde de belirttiği gibi ‘Türk-Fransız ilişkilerinin olumlu ve olumsuz yönlerini değerlendirme fırsatımız olacak’. Türkiye-Fransa ilişkilerinin yakın geleceğinde bu perspektif vardır. Daily Sabah’ın haberine göre; pazartesi günü Brüksel’deki NATO zirvesinin oturum aralarında, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Fransız mevkidaşı Emmanuel Macron birkaç konuya açıklık getirirken Libya ve Suriye’de iş birliği yapma niyetlerini dile getirdi. Macron’un ofisinden 52 dakikalık görüşmeden sonra yapılan açıklamada, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yapılan görüşmelerin İslam’a ilişkin bir açıklama yapılmasıyla sonuçlandığı ve iki ülkenin Libya ve Suriye’de birlikte çalışma konusundaki ortak arzusunun ortaya çıktığı belirtildi.
Macron, Fransa’nın laikliğinin İslam dahil tüm dinlere saygı duyduğunun da altını çizdi. Fransa cumhurbaşkanlığı, Erdoğan’ın Macron’un İslam’a ve Müslümanlara yönelik tutumuna yönelik sert eleştirisine yanıt olarak, Fransız hükümetinin Müslüman karşıtı olmakla eleştirilen bir yasa tasarısı önermesine yanıt olarak bir “açıklamaya” ihtiyaç olduğunu söyledi. Toplantının ardından Macron, Türkiye ile talepkâr ve saygılı bir ilişkiye doğru ilerlemek istediğini Tweetledi. Macron, Fransa cumhurbaşkanlığına göre tüm NATO müttefiklerinin askeri örgütün değerlerine, ilkelerine ve kurallarına net bir bağlılık göstermelerini istediğini söyledi.
Türkiye-Fransa ilişkilerindeki tansiyonun düşmesine bağlı olarak; yakın gelecekte Orta Doğu’da özellikle Suriye ve Libya operasyonlarını birlikte yürütmelerinin mümkün olduğu fakat bu işbirliğinin sınırlı kalacağı öngörülebilir. Fransa’nın ülkesinde bulunan Müslümanlara yönelik olarak bir yumuşama politikası geliştirebileceğinin ilk işaretleri de verilmiş oldu. Giresun’daki hapishanede bulunan ve kötü muamele gördüğü iddia edilen Fransız vatandaşı Fabien Azoulay’ın iadesi de önümüzdeki günlerde gerçekleşebilir. NATO müttefiklerinin bağlılığının sorgulanması ise Türkiye-Fransa ilişkilerinin geleceğinde soru işareti olarak kalmaya devam edecek gibi. Türkiye’nin geliştirdiği, giderek ivme kazanan, bağımsız sanayi hamleleri Fransa’nın ve diğer NATO müttefiklerimizin tepkisini çekmeye devam edecek. Macron’un arzu ettiği gibi ilişkilerimiz bundan sonra da tatmin edici seviyede talepkâr ve saygılı olmayacağı ise biraz aşikâr görünüyor.
(Doç. Dr. Yusuf Sayın- Musa Ertürk)