Sıtkı Yonca
Sıtkı Yonca Siz de bunalır mısınız?

Siz de bunalır mısınız?

                Greklerden  Arapçaya  ‘’mal-hulya’’ diye geçmiş ve uzun bir zaman da böyle kullanılmış melankoli.  İç darlığı, huzursuzluğu, sebepsiz , hüzün veren hal olarak tanımlamış hekimlik bu kelimeyi. Kalıcı bir hastalık haline gelmediği sürece, her insanın zaman zaman içinin daraldığını, sebebini bilmediği halde dünyadan koptuğunu, hiçbir maddi nimetle mutlu olamadığını, kendisiyle baş başa kalıp problemi çözmek istediğini ama çözmek istedikçe yalnızlığının derinleştiğini fark etmiş olduğunu tahmin etmek zor değil.

                Bunalım diyenler var; şimdilerde stres diye tanımlıyorlar bu hali. Üzüntü, insanın sevmediği, başından bir an önce savmak istediği bir hal bir duygu durumudur. Üzüntü ve huzursuzluğun sebebini anlayamaz insan, daha doğru deyişle tanımlayamaz, tanımlasa da bir çözüm üretemez . Zaten bu çözümsüzlük  hali de, ayrı bir üzüntüyü tetikleyerek bir yumak oluşturur ki, bireyi asıl hırpalayan budur. Yani bir nevi çaresizlik ve acziyetin farkına varılmış olması insanı daha da mutsuzlaştırır.

                Üzüntü, bazen endişeyle karışık bir tehdit halidir. Sevdiği bir kızın, kendisini sevmediğinden kuşkulanan delikanlının duyduğu acı gibi. Yaşlıların mutsuzluğu  çok farklı ve daha değişkendir. Oğlu-kızı veya torunları  tarafından dikkate alınmaması, düşüncelerine değer verilmemesi onlar için üzüntü kaynağı olabilir. Alınganlıkları nedeniyle torunun ,gülünmesi gereken bir hadiseye gülmesi  bile yaşlı için bir üzüntü sebebi olabilir.

                Bu günlerde, şehit haberi aldıkça bir yandan şehidin elde ettiği o özel makamın cennet kokusuyla mutluluğu yaşarken, geride bıraktığı iki yaşındaki yetim yavrusu insanın mutluluğunu hüzne boğar ve içi daralır insanın.

                Hamdullah Suphi Tanrıöver  de(1885-1966)bunalır. İstanbul’un o his ve tarih köşelerini dolaşıp rahatlamak isterken Divanyolu’nda , içinde Yunan zabitlerinin bulunduğu ve üzerinde küçük bir Yunan bayrağı taşıyan otomobili görür.’ ’Bu ne yaman ne korkunç bir manzara idi. Divanyolu ve bir Yunan  otomobili. Gözlerimin gördüğüne kalbim nasıl tahammül edebilirdi?’’ diye içinden geçen çığlık, üzüntüsünü daha da derinleştirir.

                Bayezit meydanında nöbet bekleyen İngiliz polislerinin arasından geçerek Süleymaniye’yi ziyaret etmeye karar verir. ’’Bu mabet devletimizin  en büyük günlerinde kurulmuştu’’ diyerek kendisini teselli etmeye çalışırken, bir yandan da Süleymaniye’yi tanımlar; ‘’Aşkla dolu bir göğüsten çıkan ah gibi İstanbul tepelerinin üstünde, dalga dalga kabarıp o heybeti almıştı’’ derken.

                Süleymaniye’nin nakışlarıyla, ana kubbenin girift yazılarıyla, direkleriyle  söyleşir. ‘’Bilmem nasıl oldu ben istemeksizin haberim olmadan ağzımdan bir ‘’of!...’’ sesi çıktı. Bütün mabet birden bire ürperdi. Sesim direklerden kemerlere, kemerlerden duvarlara çarparak mabed bana cevap verdi, o da benim gibi haykırdı ‘’Ooo…f! Ooo…f!...’’ gibi tarif edilemeyen acıyla bitirir makalesini.

                Ben de bunalmadan önce mahallemizin camisiyle, bunalınca da Kapı camisiyle, Aziziye  ve Şerafettin Camileriyle söyleşeceğim bundan sonra; Tanrıöver kadar duygularımı ifade edecek yetenekten mahrum olsam da. Selamlar.  

Önceki ve Sonraki Yazılar
Sıtkı Yonca Arşivi