Mehmet Toker
Mehmet Toker Sahih tarih bilgisi neden önemli?

Sahih tarih bilgisi neden önemli?

Türkücü Musa Eroğlu'nun bir konuşmasında: "Zülfikarın ağırlığı 2 ton 700 kilo. Tasviri doğruysa onu anca Tanrı kullanabilir. Kul kullanamaz çünkü ağır gelir. Bunu kullanan g*t*ne bir bıçak sokup öldürüyor Ali’yi. Şimdi düşün, 2 ton 700 kilo kılıç taşıyan herifi biri kamayla öldürüyor. Gel de buna inanasın." şeklindeki ifadeleri toplumum her kesiminde büyük infiale sebep oldu. Hatta Pir Hünkar Hacı Bektaş Veli Dergahı Vakfı Ankara Cumhuriyet başsavcılığına şikayette bulundu. Bu şikayetten ne çıkar, ne çıkmaz onu zaman gösterecek. Kendilerini Alevi geleneğinin temsilcisi olarak tanımlayan mezkûr vakıf, Musa Eroğlu hakkında Zülfikar ve Hz. Ali'yi tahkir ve tezyif ettiği için dava açtığına göre bu vakfın başkanı ve yetkililerinin gerek yazılı, gerek sözlü Şii, Alevi halk edebiyatından ve bir takım Alevi dedelerinin anlatımlarından haberleri yok demektir.

Hz Ali'ye nispet edilen kılıç olan Zülfikar hakkında Şii, Alevi sözlü geleneğinde ve yazılı kaynaklarında özellikle bir takım cönk, cenkname ve gazavat kitaplarında Musa Eroğlu'nun bu sözleri söylemesine sebep olacak bir takım mübalağalı anlatımlar söz konusudur. İşin içerisine mübalağa ve efsanevi anlatımlar girdiği zaman artık hakikatin değeri kalmıyor/alıcısı olmuyor. Zira bu cenkname ve cönklerde Zülfikar'ın boyunu 40 arşından(27.20 m), 150 arşına (102.00 m) kadar uzatan anlatımlar vardır. Kan Kalası cenginde Zülfikarım on kişi tarafından taşınamayacak kadar ağır olduğu, Umman cenginde bir fili binicisiyle beraber ikiye bölerek, yerin 60 arşın derinliğine saplandığı, kırk kişiyi birden biçecek kudrete sahip olduğu, taşı kesecek kadar keskin, çıkardığı ateşle kara büyüleri yakıp yok edecek kadar efsunlu olduğu şeklinde anlatımlar söz konusudur. Hatta bazı anlatımlarda Hz. Ali'nin, Zülfikar ile ejderhanın başını parçaladığı şeklinde ifadeler ve tasvirler vardır. Özellikle Şii ve Alevi halk edebiyatında Zülfikar önemli bir figürdür. Bu figür ile Hz. Ali yüceltilerek efsanevi bir kişiliğe büründürülmüştür. Hatta öyle ki; bazı saz şairlerinin şiirlerinde Zülfikar'ın gökten indiği dahi tasvir edilmiştir.

Şayet tarihi ve dini bilgileri bu tür mübalağaların var olduğu efsane türü anlatımlardan öğrenecek olursak hem tarihe, hem de tarihi şahsiyetlere haksızlık yapmış oluruz hem de inanç konusunda ciddi yanılgıların içerisine girip imanımızdan dahi olabiliriz. Sahih kaynaklarda rivayet edildiği şekliyle gerçekte Zülfikar: iki tarafı keskin, ortası yivli kılıcın adıdır. Bedir Gazvesinde ele geçirilen genel ganimetler arasında yer alan bu kılıç, uzunluğu yedi karış(takribi 130-140 cm) eni bir karışa yakın (15-18 cm) olduğu ifade edilir. Kabzasının ucu gümüşten, bağında bir halkası, ortasında gümüşten bir süs topuzcuğu bulunan Zülfikar'ın Merzûk es Sâkil adlı bir kılıç ustası tarafından yapıldığı ve Bedir Savaşı'nda As bin Münebbih'in Müslümanlara karşı kullandığı sahih kaynaklarda ifade edilir. As bin Münebbih'i öldüren sahabenin kim olduğu tespit edilemediği için genel ganimetler arasına alınmış ve ganimet payında da Hz. Peygamber'e verilmiş ve Allah Rasulü Zülfikarı bir müddet kendisi kullanmış, muhtemelen Uhud savaşında Hz. Ali'ye vermiş ve ondan sonra da Hz. Ali tarafından ömrünün sonuna kadar pek çok savaşta kullanılmıştır.

Kul yapısı olan, Hz. Ali Efendimizden önce As bin Münebbih tarafından da kullanılan takribi iki buçuk kilo veya iki kilo yediyüz gram ağırlığındaki bu kılıç, efsanevi anlatımlarla 40 arşından 150 arşına kadar uzatılmıştır.

Dini ve tarihi, sahih, birincil kaynaklardan öğrenmediğimiz zaman sadece efsanevi, masalımsı birtakım anlatımlardan öğrendiğimiz zaman hem tarihe, hem tarihi kişiliklere haksızlık etmiş oluyoruz hem de tarihi kişiliklere saygı duyan, sevgi duyan kişilerin gönül bağlarına saldırmış ya da sevgi ve saygılarını haksız yere eleştirmiş oluyoruz. Bu durum sahih dini bilginin önemini ve dinin sahih kaynaklardan öğrenilmesi gerektiğinin lazım değil elzem olduğu gerçeğini ortaya koyuyor. Sahih, hakiki tarih anlatılmadığı zaman veya bilinmediğinde bazen tarihi şahsiyetler ilahlaştırılıp, putlaştırılıp tabu haline getirilirken bazen de kara mizahın konusu haline getirilebiliyorlar.

Hz. Ali Efendimizin de yine aynı kaynaklarda çok abartılı biçimlerde hatta ve hatta insanüstü bir varlık olarak tasvirleri söz konusudur. Hz. Ali'yi övmek, yüceltmek isteyen bazı ozanlar kantarın topuzunu kaçırarak; Hz. Ali'yi tarihüstü veya tarihdışı bir varlık olarak konumlandırmışlardır. Bazı deyiş, nefes ve anlatımlarda Hristiyanların Hz. İsa'yı konumlandırmalarına yakın, çağrıştıran ifadeler söz konusudur. İfrat ya da tefrit noktasında tarihi özünden kopararak yapılan anlatımlar hem tarihi şahsiyetlere hem de o anlatımları okuyacak olan okuyuculara ve nesillere yapılan bir ihanet olarak değerlendirilebilir.

Hz. Ali Efendimiz, şahsiyeti, kahramanlığı, samimiyeti, imanı, islama olan sadakati, takvası, Hz. Peygamber Efendimize sevgisi, saygısı ile, Kur’an, hadis ve özellikle fıkıh alanındaki bilgileriyle kendini kabul ettirmiş, İslam tarihinin başlangıcında üstlendiği sorumluluklarla temayüz etmiş bir İslam kahramanıdır. İnsan üstü birtakım tasvirlerle anlatmak, mübalağalı ifadelerde bulunmak, Hz. Ali'ye herhangi ilave bir üstünlük sağlamaz. Özellikle son dönem Şii ve Alevi kaynaklarda tasvir edilen resim ve fotoğraflardaki Hz. Ali ile sahih tarihi kaynaklardaki Hz. Ali şemaili arasında en ufak bir benzerlik, yakınlık söz konusu değildir.

Dolayısıyla tarih(Dinler Tarihi, İslam Tarihi, Osmanlı Tarihi, Yakın Dönem Cumhuriyet Tarihi), tarihi şahsiyetler(Hz. Ali, Sultan II. Abdülhamid, Sultan Vahdettin, Mustafa Kemal Paşa vb...) ve tarihi figürler(Zülfikar, Bandırma Vapuru vb...) aslî kaynağından, sahih kaynaklardan öğrenilmediği zaman aradan 1400 yılda geçse de tartışılmaya devam ediyor. Musa Eroğlu'nun bu talihsiz ifadeleri umarım tarih anlatımının subjektivize edilmesinin vehameti noktasında tarihçilere bir ders olur. Aksi takdirde tarihi, masallar ve efsaneler arasında kaybetmeye mahkum oluruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Toker Arşivi