MÜLTECİ SORUNU
Suriye, Irak, Somali ve Afganistan gibi ülkelerden Türkiye üzerinden Avrupa’ya doğru çok ciddi bir mülteci akımı var. İnsanlar türlü nedenlerle anavatanlarını, doğum yerlerini terk ederek açlık ve güvenlik kaygılarıyla yollara düştüler.
Bu yolculukta yaşlı, çocuk ve kadınlar maalesef büyük acılar çekiyorlar. Belki bir kısmı yollarda telef oluyor, belki de temel bir takım değerlerini yollarda bırakarak ulaşmak istedikleri noktaya varabiliyorlar.
Bu sadece bugünün meselesi değil. Tarihin farklı dönemlerinde genellikle batıdan doğuya, ama belli dönemlerde de doğudan batıya veya kuzey güney arasında gidiş gelişler oldu.
Hareketlilik çoğu zaman manipülasyon neticesinde ortaya çıkıyor. Daha da açık konuşalım: Batı bunu hep yapıyor. Önce bir bölgeyi, o bölgede bulunan ve rejimlerinden hoşnut olmayan insanları cesaretlendiriyor ve ayaklanmalarını sağlıyor sonra onları yüzüstü bırakıyor.
Yunanistan Başbakanı Çipras en son ortaya çıkan Batının mülteci krizinde Türkiye’yi suçlamış. ‘Türkiye isteseydi bu akımı durdurabilirdi’ diyor. Doğru da olabilir yanlış da. Ama unutur göründükleri şey Türkiye’nin bu akımın ne müsebbibi ve ne de teşvik edici unsuru olduğu.
Sen gel Irak’ı karıştır, Suriye’yi hallaç pamuğuna çevir, Afganistan veya Somali’de operasyonlar yap ve milletleri bulundukları bölgeden çıkar, sonra da Türkiye bunları tutsaydı sıkıntı olmazdı, de.
Türkiye’de Suriye kaynaklı göçmen sayısı 2.5 milyon civarında. Her yıl hem milyarlarca dolarlık harcama yapan, hem de olumsuz sosyal, kültürel ve siyasi etkilerini üstlenen bu ülkeye karşı suçlayıcı bir dil kullanılması kabul edilebilir bir şey değil. Komşumuzun evi yakılmış, ama bizim hareketsiz kalmamız isteniyor.
Yangını çıkaranlar kalabalığa karışmış, yangını uzaktan seyrediyorlar. Hatta farklı bahanelerle yangına benzin döküyor, PYD’yi koruma IŞİD’le mücadele başlıkları altında sürekli bir fitne ortamı için çaba sarf ediyorlar.
Avrupa’ya doğru akımı Türkiye ne kadar teşvik etti sorusu bu anlamda muhal. Bu insanlardan bir kısmı Türkiye’de belli bir düzen tutturdu. İşi, gücü olanlar ve entegre olabilenler herhangi bir arayış içinde değil. Onlar kalıcı.
Uyum sağlayamayanlar ve Türkiye’de tatmin olamayanlardan bir kısmı ülkelerinin durulmasını bekledi. Diğer kısmı ise gözünü Avrupa’ya dikti. Avrupa ise, Hristiyan olanları kabul edebileceğini, genç olanlaraysa sıcak bakabileceğini deklare etti.
Suriye’ye dönmek isteyenler ve Avrupa’ya gitmek isteyenler her an mobilize olabilecek olanlar. Gözleri dışarıda.
Batı’ya doğru akım aslında kötü bir gelişme değil. Avrupa meseleye daha duyarlı hale geliyor. Zira neticeleri kendilerini de etkileyecek. Avrupa – merkezli bu bakış açısı yabancıdan, farklı din ve kültürden gelenlerden hiç hoşlanmaz.
Bugün olup, bitenler bundan ibaret. Türkiye’nin Batı komşularından başlayan göçmen akınının nihai hedefi Almanya, İngiltere, Fransa veya Kuzey ülkeleri. Bu ülkelerden birinde yakınları olanlar o ülkelere ulaşmak istiyorlar.
Gayet insani bir durum. Acıdan, şiddetten ve baskıdan kaçış. Avrupa kendisini bu kadar üst seviyede pazarlamamış olsaydı göçmen akımının hedefi haline de gelmezdi.
Türkiye’ye hep doğu-batı arasında köprü, diyenler neticeyi görüyorlar. Köprü geçilmek içindir. Bu insanlar Türkiye’yi geçerek batıya doğru harekete geçtiler. Batı ektiğini biçiyor.
Olanda mutlaka bir hayır vardır. Türkiye olaya bu gözle bakıyor. Hareketli insanları durdurmak neredeyse imkânsız. Her gün medyaya yansıyan insani facialara rağmen insanlar gene de şanslarını denemeye devam ediyorlar.
Almanya Başbakanı Merkel geçtiğimiz günlerde ülkemizi ziyaret etti. Yunanistan rahatsız, gelecek hafta Antalya’da yapılacak G-20 Zirvesinin temel sorunlarından biri de bu olacak.
Suriye sorununun çözümünü tartışma ve Irak ve diğer ülkelerle ilgili sağlıklı kararlar alınabilmesi için galiba böyle bir tazyike ihtiyaç vardı.