Muhabbetin Kayıp Şehirleri
Celâleddîn-i Rûmî ve Şeb-i Arus anısına bu yıl için “Muhabbet Vakti” teması münasip görülmüş. Tam da vaktinde… Ne çok ihtiyacımız var muhabbet edebilmeye ve muhabbetle bakabilmeye. İnsana acı çektirmenin, hırsla hasım kesilmenin böyle revaç bulduğu ve böyle çullandığı bir zamanda, muhabbet burçlarına çıkabilmenin bir yolu bulunmalı.
Modern dünya, hızla ilerleyen teknolojisi, büyüyen şehirleri ve bağlantılarla dolup taşan sosyal medyasıyla bize neredeyse her şeyi sunduğunu iddia ediyor. Muhabbet, modern dünyanın ve hız çağının çok da umurunda değil ya da vadettiği şeyler muhabbeti sağlıyor değil. Bir fincan kahvenin neden kırk yıl hatırı olduğunu bu çağ kavrayacak ve anlayacak çapta mıdır?
Bir fincan çayın buharında doğan o samimi sohbetler, karşılıklı oturup göz göze konuşmanın insana kattığı sıcaklık, artık neredeyse nostaljik bir masal gibi. Oysa muhabbet sadece bir iletişim şekli değil; insanın varlığını anlamlandıran bir bağ ve insan, insana muhabbetle dokunur; kalp gözünü devreye sokar, aşkla bakmanın kapılarını açar.
Bugünün hız ve haz koşuşturmacası, bireyleri yalnızca kendi işine, hedeflerine ve meşguliyetlerine odaklanmaya zorluyor. Bunu yaparken, çoğu zaman kalpten kalbe geçen o saf bağları unutuyoruz. Sosyal medya, ekranların meydan okuması, kısa süreli ve netice odaklı etkileşimler muhabbetin var olduğu yanılgısını oluşturdu çoktan; asıl olan; “iyi” olanı iyi olduğu için yapmanın verdiği derin samimiyet ve huzur değil miydi?
Muhabbet yeri gelince, iki bardak çay içmek dostla, yeri gelince meydan okumak en asi ruhla çağın haykırışlarına. Derdi paylaşmak, kederi bölüşmek, sevinci çoğaltabilmek… Muhabbet, sadece anlatmak değil anlamaya çalışmak, susarken bile konuşabilmek.
Muhabbet, iyiliğin kök saldığı bir toprak olsa gerek azizim. Birbirimize samimiyetle kulak verdiğimizde, karşımızdakinin derdine ortak olduğumuzda, iyilik kendiliğinden büyür. Küçük bir tebessümle başlayan bir sohbet, büyük dostluklara; küçücük bir hal hatır sormak, dayanışmaya kapı açar. Çünkü muhabbet, insanın insana duyduğu saygı ve sevginin kendisidir ve bu toplumun vicdanını demektir.
Bizzat Celâleddîn-i Rûmî’nin topraklarında aşkın bir şubesi olarak muhabbet, ne incelikler ne güzellikler saklıyordu içinde. Sofraya bir tabak fazla koymanın, ocakta pişen çorbanın suyunu çoğaltıp komşuya sunmanın, “akşama çaya sendeyiz” diyebilmenin ve gelene “sefa getirdin” demenin inceliği, muhabbet harcının yansımasıydı. Bugün kaybolan sadece muhabbet değil; onunla birlikte bu iyilik bağları da zayıflıyor. Umut daim, kökler bizim… Elbet her toprak, yeniden ekilmeye müsaittir. Kalplerimize yeniden muhabbet tohumları ekmek, dünyayı daha yaşanılır bir yer haline getirebilir.
Küçük ama derin bir soru sormakla başlasak, ama hakikaten sorsak: "Nasılsın?" Bu basit kelimelerin ardında, bir dünyanın kapıları saklıdır. Ve o kapılardan içeri girdiğimizde, iyiliğin nasıl kök salıp büyüdüğüne şahit olacağız.
Modern çağın kaybolan değerlerinden biri olan muhabbeti yeniden yeşertmek için, bireysel çabalarımız yeterli olabilir. Samimiyetle başlanan her konuşma, iyiliğin yeniden hayat bulduğu bir bahçe olacaktır. Muhabbetle başlayan bir değişim, yalnızca bireyleri değil, toplumu da dönüştürebilir. Ve belki de bu dönüşüm, insanlığın modern dünyadaki en büyük kazanımı olacaktır.
O halde bir çay daha koyun; çünkü iyilik, muhabbetle filizlenir.