Mekke ve Mekke’nin Fethi
Yıllardır, insanların yılbaşı kutladığı 31 Aralık gecesi, Anadolu Gençlik Derneği Mekke’nin Fethi konulu program düzenler. Eski yılın son, yeni yılın ilk saatlerinde şuurlu ümmete, Kur’an ziyafetiyle ruhları doyuran ve kalpleri mutmain kılan dopdolu bir gece yaşatır.
Kur’an’da “ekin bitmeyen bir vadi” olarak nitelenen (İbrâhîm 14/37) Mekke çevresi, çöl karakterli bir araziye ve bunun üzerinde görülen, dikenli bodur ağaç ve çalılıklardan meydana gelen cılız ve seyrek doğal bitki örtüsüne sahiptir. Kurak ve sıcak bir iklime sahip olan Mekke, düzensiz yağışlar ve konumu dolayısıyla tarih boyunca birçok defa sel baskınlarına uğramıştır.
Kâbe’nin Müslümanların kıblesi olması sebebiyle İslâm coğrafyacıları III. (IX.) yüzyıldan itibaren dünyayı Mekke’nin merkezinde yer alan Kâbe’ye göre bölümlere ayıran tasarımlar geliştirmişlerdir Buna göre dünya, merkezinde Kâbe’nin yer aldığı bir daire şeklindedir; yeryüzündeki ülkelerin her biri Kâbe’nin bir cephesine bakar. Bundan dolayı Kâbe’nin etrafında gerçekleşen tavaf dünyanın kendi etrafında dönüşünü sembolize etmektedir.
Mekke’ye Kâbe’yi barındırması ve kutsal bir belde sayılması sebebiyle pek çok ad verilmiştir. Mekke’nin yanında (el-Feth 48/24) Bekke (Âl-i İmrân 3/96) ve yeryüzündeki bütün yerleşim birimlerinin merkezi ve Müslümanların kıblesi kabul edilmesinden dolayı “ümmülkurâ” (el-En‘âm 6/92; eş-Şûrâ 42/7) adları da Kur’an’da şehrin diğer isimleri olarak yer alır.
Mekke’nin asıl önemi, Allah’a kulluk maksadıyla yapılmış ilk mâbed olan Kâbe’nin (Âl-i İmrân 3/96) burada bulunmasından kaynaklanmaktadır. Kur’an’da, Allah’ın evi kabul edilen Kâbe’nin yer aldığı Mekke ve çevresinin her türlü tecavüzden korunmuş güvenli bir yer (harem) ve insanların mânen temizlenip arındığı bir mahal olduğuna işaret edilmiş, bu alanla ilgili birtakım özel hükümler konularak çevresi “alem”lerle sınırlanmıştır. Mekke bizzat Allah tarafından harem kılınmış ve bu durum, şehrin emin bir yer yapılması için dua eden (el-Bakara 2/126; İbrâhîm 14/35) Hz. İbrâhim tarafından ilân edilmiştir.
6/628 ‘de imzalanan Hudeybiye Antlaşması’yla Kureyşliler, İslam devletini tanımak zorunda kaldı. Antlaşma tarafların müttefiklerini de kapsamaktaydı. Ancak Kureyş’in müttefiki olan Yemenli Bekr kabilesi, Huzaalılar’a suikast yaparak antlaşmayı bozdu. Bunun üzerine Peygamberimiz, Kureyşlilerden saldırıda ölenlerin diyetini ödemelerini, aksi takdirde savaşın söz konusu olduğunu bildirdi. Diyet ödemeyi reddeden Kureyşliler, reisleri Ebu Süfyan’ı anlaşmayı yenilemek üzere Medine’ye gönderdiler. Fakat bir sonuç elde edemediler. Mekke’yi fethetmeye karar veren Efendimiz, kan dökülmemesi ve düşmanı hazırlıksız yakalamak için hedefi gizli tutarak sefer hazırlığına başladı. Gerekli tedbirler alındı ve Peygamberimiz, kalabalık bir orduyla yola çıkarak 20 Ramazan 8’de (11 Ocak 630) Mekke’yi fethetti. Fethu’l-Fütuh olan Mekke’nin fethiyle Kâbe putlardan temizlenmiş, kalpler İslam’a açılmış, Hicaz’da İslam’ın üstünlüğü tesis edilmişti. 8 yıl önce hicret etmek zorunda bıraktıkları Rahmet Peygamberi, muzaffer bir komutan olarak geri dönmüş ve bütün Mekkelileri bağışlamıştı.
Daha sonra Mescidi Harâm’a giden Hz. Peygamber, Kâbe’yi tavaf ettikten sonra yaptığı konuşmada Mekke’nin harem olduğunu ve bu statüsünün devam edeceğini vurguladı. Mekkelilere verilen eman neticesinde umumi af ilân edildiğini belirtti. Mescidi Harâm’a, daha önce belirtilen kişilerin evlerine ve kendi evine sığınanlarla silâhlarını bırakanların emniyette olduğunu, esir alınanların öldürülmeyeceğini ve hiç kimsenin takibata uğramayacağını bildirdi. “Demi heder edilenler” diye anılan ve Hz. Peygamber ile Müslümanlara karşı düşmanlıklarıyla tanınan on kadar kişi umumi affın dışında bırakıldı. Bunlardan yakalanan üçü öldürülmüş, İkrime b. Ebû Cehil gibi bir kısmı Mekke’den kaçmış, bir kısmı da sonradan affedilmiştir.
Kâbe ve çevresi şirk alâmetlerinden temizlendikten sonra Kâbe’nin içinde iki rekat namaz kılan Resûl-i Ekrem, Bilâl-i Habeşî’ye Kâbe’nin damına çıkarak ezan okumasını emretti (Buhârî, “Ṣalât”, 30). Mekkeliler Hz. Peygamber’e biat edip Müslüman oldular.
Hicretten sonra Mekke ile Medine arasında başlayan düşmanlık sona ermiş, Hicaz’da İslâm’ın üstünlüğü tesis edilmişti. Nasr sûresine ad olan “nasr” (yardım) kelimesinin bütün Araplar’a üstün gelmeye, aynı sûredeki “feth” kelimesinin de Mekke’nin fethine işaret ettiği ileri sürülmüştür. Feth kelimesinin “açmak” şeklindeki anlamından hareketle İbn Abbas Mekke’nin fethine “fethu’l-fütûh” adını vermiştir. Çünkü buradaki fetih sadece düşman elindeki bir şehrin alınmasından ibaret olmayıp Mescid-i Harâm’ın kontrolü ve Kâbe’nin fethi anlamına da gelmekte, aynı zamanda kalplerin Allah’ın dinine, İslâm kapısının bütün insanlığa açılışını ifade etmektedir. Bu sebeple Mekke’nin fethedilmesi İslâm fetihlerinin başlangıcı kabul edilmiştir (Elmalılı, IX, 6236-6237). Hadîd sûresinin 10. âyetinde geçen “feth” kelimesi de Mekke’nin fethine delâlet etmekte, ayrıca İbrâhîm sûresinin 13-14. âyetlerinde Mekke’nin fethedileceği ve müslümanların oraya döneceği müjdesi verilmektedir. Feth sûresi de Hudeybiye Antlaşması’na, dolayısıyla Mekke’nin fethine işaret etmektedir.
Yıldönümü gelmişken okuduğum kaynaklardan Mekke’nin fethini paylaşmadan edemedim. Gönüllerin hasret kaldığı kıymetini yokluğunda daha iyi anladığımız yer Kabe. Rabbim en kısa zamanda tekrar ziyaret edebilmeyi nasip etsin. Alemi İslam dolsun taşsın.