Kanatlarımız çıkabilir
Bir şeyin çok olması insanı nasıl da kibirli kılıyor. Bu kitaptır, dolaptaki yemektir, gardıroptaki elbisedir, cebimizdeki paradır, çevremizdeki insanlardır… Gölgemiz bile bizim değilken, insan kendinden bilir ve yanılır. İmkânımız olmasına rağmen, dünya nimetlerinden ne kadar az faydalanırsak güzel olacak da bu yazıldığı kadar kolay olmuyor elbet. Bir kat elbisesi olan günde üç öğün yemek yiyene, cüzdanı şişkin olan sağlıklı dolaşana laf sokuyor. Birbirimizden farkımız yok!
&&&
Yalandan bir sevgi ve dostlukla, parasının ışıltısıyla yanında tuttuğu insanı öldürmekten bahsediyor roman kahramanı. Burada duruyorum. Kalplerimizi bilen Rabbimiz elbet. Ancak burada bir gerçek de yok değil. Değişik nedenlerden, bahanelerden dolayı yanımızda tuttuğumuz, yanımızda duran –yanında durduğumuz, eklemlenmek için yalakalık yaptığımız- insanlara içten içe büyüyen kin ve nefretimizden bahsediyorum. Ne kadar da yorucu bir durum. Her gün, her an sahnede olmak gibi… İçimizden sövdüğümüze tebessüm etmek, “Nasılsın canım?” diye sormak gibi… Hakikaten zor ve yorucu. Bu duruma zamanla alışılır mı? Zannetmiyorum. Roman kahramanı şöyle diyor: “İçimdeki gerçek insan meydana çıksa en başta şu Manka’yı öldürürdüm.” Bu şekilde, ne kimsenin yanında duralım ne yanımızda dursunlar. Birbirimizi sevmeyelim ancak sevmemenin daha ötesine geçecek –nefret ve kin gibi- yakınlığımız da olmasın.
&&&
Birdenbire çökmüş, ihtiyar bir insan halini almıştı. Gerçi, yüzünde buruşukluklar, kırışıklar yoktu ancak gençlik ve güzellik veren canlılıktan, coşku ve heyecandan uzaktı. Sanki içinden bir şeyler kopup uçup gitmişti. İnsan içinden dışına doğru çiçekleniyordu. Bu da zaman alıyordu fakat insanoğlunun zamanı yoktu. Bekleyemezdi. Hemencecik görülmeli, bilinmeli, sevilmeli, aranan olmalıydı. İnsanoğlu; en az gayretle en çok ürün almanın peşindeydi. Belki de bunun için sabırsız, açgözlü, riyakâr ve yalancıydık. Belki de bunun için, “ya tutarsa” diyerek göle maya çalmaya devam ediyorduk. Belki de bunun için bize dürüst olanları üzüyor, gizemli olanların peşinden gidiyorduk. Oysa insanın kendisi de bizzat tohumdu. İnsanın toprağı hayatın kendisiydi. İnsanın toprağı yaşamaktı. Yaşayarak, incinerek, ağlayarak, sabrederek, merhametle insan oluyorduk. İnsanlığımız, kalitemiz, dertli ve sıkıntılı anlarımızda ortaya çıkıyordu.
&&&
Dost ve sevdiklerimize şımarırız. Şımarmalı ve şımartmalıyız da. Ancak yine dost ve sevdiklerimizin yanında kalbimiz tatlı bir korkuyla, endişeyle, nedametle dolmalı. Bunun da nedeni “önce sevdiğim”, “önce dostum” diye düşünmektendir. Onun incinmemesidir. Sevmenin ve dostluğun temeli, önce o olmalıdır.
&&&
Yıllardır görmediğim bir dostun fotoğrafına denk geldim. Sevdiğim ve özlediğimdi. Bir fotoğrafta görünen gözlere ne kadar uzun bakılabilirse o kadar uzun baktım; ruh halini, mutlu olup olmadığını, derdini, sıkıntısını, umudunu görmeye çalıştım. Çok hatıramız vardı. Sonra bir anda, “hepimiz toprak olacağız.” dedim. Dua ettim. Birçok duygumuzun, hasretimizin, borçlarımızın ve alacaklarımızın ahirete kalması da ne garip. Mevla’mızın bir bildiği var elbet.
&&&
Konuşmayı düşünmüyordum bile... O'na bakıyordum. O, güneşin sıcak ışığına gömülmüş, bana o kadar sakin ve mesut görünüyordu ki... Etrafımızda, ayaklarımızın altında, başımızın üstünde, karlar, nehirler, gök, her şey parlıyordu... Hava bile bu parlaklık içinde erimiş gibiydi.
Gayri ihtiyari sesimi alçaltarak:
-Bak! dedim. Ne güzel!...
Gözlerini bana çevirmeden, o da hafif bir sesle cevap verdi:
-Evet... Çok güzel!... Eğer şimdi birer kuş olsaydık bütün bu mesafelerde, bu sonsuz maviliğin içinde nasıl da uçardık değil mi? Fakat ne yazık! Kuş değiliz ki...
-Evet, kuş değiliz. Ama kanatlarımız çıkabilir.
-Nasıl çıkabilir?
-Bunu bize hayat gösterecek... Bazen öyle duygular olur ki, insanı şu dünyanın üstünden adeta havalandırır."
&&&
Bazen, eski günlerden kalma gücenik bakardı gözlerin. Ne kimsenin sevincini zehirler, ne de insanların neşesini kaçırırdın. Civelek civelek baktığın da olurdu. Bazen, sapının üstünde hafifçe eğilmiş, sallanan, açmış bir çiçek gibi yumuşacık ve uykulu görünürdün. Bazen, güneşin karşısında eriyen kar gibi bir öfkeye bürünürdün. Ardından, kalbi aşka açılmış bir kadının bakışıyla bakardın. Sonra, gün geldi, kederlerimizi yanımıza alarak ayrı yollarda yürüdük, yollarımız uzak düştükçe gönlümüz yakınlaştı. Bu da sevmeye dâhildi. Sevgi, bir insandan yola çıkarak, tüm insanların ve yaşantımızın üzerine duadan, şefkatten, merhametten bir tül örtmeye çalışmaktı.
Dağlım. Ruhumda, sana karşı minnet, alışkanlık; tatmin edilmiş sevmek ve sevilmek duygusundan doğan derin, kuvvetli bir bağ büyüyor, bütün varlığımı sarıyor.
Allah esirgeyen ve bağışlayandır!