İbrahim Çolak
İbrahim Çolak Hep senin yüzünden

Hep senin yüzünden

Uyandım. Dışarıda güneş, parlak, sarı gün ışığı hevenk hevenk içeri süzülüyor, pencerem güvercin sesleriyle canlı, ancak üşüyorum. Sen olsaydın…
Gönlümden düşmeyene düşlerimle uyandım. Yorgunluğum, Ahmet Kaya’nın şarkısına benziyor. Hem zayıf, hem güçlüyüm, insanım. Yalnızım. Sen olsaydın…
Uyandım. Ölümden uyanmıştım. Şükretmeliydim. Yanıma iki kitap, tütün, taze umutlar alıp yola çıkmalıydım. Babam, “Allah selamet versin oğul” derdi uğurlarken. Annem, gözyaşı ve su dökmüştü ardımdan, beni askere gönderirken. Hepsi nimetmiş, bilmemişim. Sen olsaydın…
Uyandım. Güvercinler sustu, sigaram bitti. Sen olsaydın üşümezdim.
 
***
 
Bazen detayların, bazen kitapların, bazen ucu kaçmış cümlelerin, bazen ertelenmiş işlerin arasında kayboluyorum. Kırtasiyesi, rengi, meşgalesi, derdi tasası, hızı ve sözü çok bir hayat yaşıyoruz. Genel olarak, yine bazen, insanı tanımak kolay ancak bu da bir işe yaramıyor. Meczup bir insanla sohbeti kibirli bir insanla sohbete yeğlediğimi biliyorum. “Yasımı Tutacaksın” kitabının ilk cümlesi şöyledir: “Ağlama Angelita, bu akşam ya sana bir ev satın alacağım ya da yasımı tutacaksın.” Hayatımız boyunca bir kez olsun, ardımıza bakmadan yürüdük mü, gemileri yaktık mı, ringe çıktık mı?
 
***
 
Bilseydim, bilemiyor insan, çocukluğumu, annemin çivitlediği beyaz mendillerin arasına saklardım.
 
***
 
Hava soğuk, içimiz sıcak. Yollardayım. Son ses, yol geleneğimiz olan şarkıları dinliyoruz. Yol, araba, görmek, duymak, söylemek, hülasa yaşıyor olmak nimet. Özlemek nimet. Sevmek daha bir nimet. İnsan sabırsız, şükürsüz, unutkan ve nankör. İnsan istiyor ki, hep serin olsun. İstiyor ki hiç üzülmesin. İstiyor ki, yanmadan, pişmeden, yanılmadan insan olsun. Olmamış, olmayacak, olmaz da zaten. Konuşmaktan yaşamaya fırsatımız kalmıyor, hatta konuşunca yaşadık sayıyoruz, konuşunca görülen rüyadır bu. Bunun içindir ki çok konuşuyoruz!
 
***
 
İnsan kendine uzak, insan kendine tuzak, insan kendine ölüm.
 
***
 
Bir başkası söylese inanmakta zorlanırdım. Bir insan, aynı konuda, aynı insanda, bu kadar mı yanılır? Bu yanılmak değil haddi aşmak oluyor. Şu uzun ömrümde, “Neden korkuyorsun?” deseler, iki şey söylerim; kibirden ve haddi aşmaktan korkarım.
 
***
 
Şimdi, bir köy evinin yıllanmış sessizliğinde uyanmak, sigaramı içerken, yaşanmışlara, yaşanmamışlara dalıp gitmek… Şimdi diye başlayan ancak devamını getirdiğimde derin bir hüzne düşeceğim cümlelerin sarhoşluğuna kapılmadan, uzun uzun dağlara bakarak, dağları, dağlıları düşünerek kendimi içli, merhametli bir suskunluğa bırakmak isterdim. Bazen, her şey ağır geliyor insana; düşen bir yaprak, bir hatıra, iki satır, bir türkü. Ve hepsi yaşamaya dâhil.
 
***
 
Bahar, taze nefesi ve umut taşıyan kokusuyla, en kuytu köşelere kadar sokuluyor; yaban lalelerinin, mor sümbüllerin, türlü papatyaların, geç kalmış çuha çiçeklerinin… Sonra kasımpatıların, mimozaların, lavantaların, çiğdemlerin, ne söylediklerini bir türlü duyamadığım ancak konuştuklarına emin olduğum o cennet kokulu nergislerin… Mavi, sarı, kırmızı, beyaz, yüzlerce kır çiçeğinin ve dünyanın en güzel çiçeği olan gönüllerimizin kapısını çalıyordu. Sonra, nasıl dersen anlatamam ancak, seni sevmek bahar oluyordu.
 
***
 
İnsan insana, ferahlık veren, susuzluğumuzu gideren su gibiydi. Olmalıydı. Olmayınca zorluyor, ısrar ediyor, içirince zehirliyor ve içince de zehirleniyorduk.
 
***
 
Görünmeyen bir rüzgârın önünde uçuşup duruyordum. Yarın yoktu, olmayan yarınlar için düşler kuruyordum. Çok konuşuyor, çok yiyor, çok uyuyor ve bunun içindir ki çok ölüyordum. Şimdi bir oda dolusu sessizlik, bir oda dolusu yalnızlık, bir oda dolusu sen vardın.
 
***
 
Dağlım. Ruh yakınlığımız olmayan insanlarla yaptığımız konuşmalarda, iyi niyetle, samimiyetle, dağı gösteririz, bu da önemlidir elbette. Ancak, ruh yakınlığımız olan insanlarla durumumuz farklıdır. İşte bu özel insanlarla, dağa doğru yürür, birbirimizi dağ sayar, insanın insana nimet olduğunu düşünür, uzak, yakın bu insanlara dua ederiz. Ruh yakınlığımız daim olsun dilerim.
 
Allah esirgeyen ve bağışlayandır!

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Çolak Arşivi