Ruhumuzdaki servet -2-
Dağlım…
Yıllar önce, bir kitabevinde, kendimi kitapların içine bırakmışken, bir kitabın arka kapağında şöyle bir şey okumuştum: “İnsan nasıl yürürse öyle yazar.”
Anamdan miras kalan gurbetin hüznünü yoğunlukla yaşadığım bu günlerde, yürüyüşüm değişmiş değilse de ruh halim yazdıklarıma yansıyor. Kopuk kopuk, teklifsiz ve sırasız yazıyorum. Yine bu günlerde dinlediğim hemen her türküyle de gerçeklerden uzaklaşıyorum. Ne bahar, ne sonbahar, mevsimlere de kabahat bulamam.
Okuduklarımda farklı değil: Yaşar Kemal’den Somerst Maugham’a, Pearle S.Buck’tan Mustafa Kutlu’ya, A.J. Cronin’den John Steinbeck’e, A. Gıde’den H. İzzettin Dinamo’ya okuyup duruyorum. Dinlediklerim ise “Evinin önü çimen yok biçen, sevdim ben seni yarim küçükten”, “Aman ölüm zalim ölüm üç gün ara ver, al başımdan bu sevdayı götür yâre ver”, “Girebilsen bu sinemde neler var, gülüp oynadığım ele karşıdır, karşıdır” ve “Hatrına gelince yaz bazı bazı, ağla gözyaşını yaz bana gönder”… Oturup doğru düzgün yazmam gerekirken uzun yürümeler yapıyor, yapmayı düşündüklerimi erteliyor, “ölümün, kaçınılmaz sağlam bir duvar gibi, sisin içinde yakınlarda bir yerlerde durduğunu” da hiç aklımdan çıkarmıyorum.
Sanırım otuz yıla yakındır yazıyor, notlar alıyor, kitap isimleri not ediyorum. Daha sonra yazarım diyerek “anahtar cümlelerden” oluşan birkaç ajandam var. Sanırsın üç yüz yıl yaşayacağım! Oysa insan önce önündeki işi bitirmeli, bitirdikten sonra da diğerine başlamalı. Rabbimiz de bunu tavsiye ediyor bize. Bunun yanında binlerce diyebileceğim, alıntılar var. Hatam şu ki bu alıntıların bir kısmının yazarlarını not etmemişim. Bu benim ayıbım.
&&&
İnsan yerde yaşayıp gökyüzünü görebilmelidir Dağlım. Şimdilerde ne hazin ki yüksek yüksek binalardan gökyüzüne değil aşağılara bakıyoruz. Oturduğumuz binalar, bindiğimiz lüks arabalar, yediklerimiz ve giydiklerimiz insanlığımızı değil kibrimizi çoğaltıyor. Maalesef…
&&&
Beş yıl kadar önceydi. Yine böyle, bunca notu ne yapacağım diye bunaldığım bir gün, dost ve kardeşlerim, Halil İbrahim Yaşlak ve Adem Kayadalen ile yemeğe çıkmıştık. O yemek sonrası çay içerken, kardeşlerime içinde bulunduğum durumu anlatmıştım. Ayrılırken yeni yazacağım kitabın adını belirlemiştik: “Gelirsin Diye Odamı Toparladım” Aradan beş yıl geçti. Tuttuğum notlar arttı, odam daha karışık şimdilerde.
&&&
“-Baş başa kaldığınız zamanlar boyuna ne konuşuyorsunuz?
-Boyuna konuşmuyoruz ki. Yana yana bulunmak hoşumuz gidiyor.”
&&&
Fay Weldon şöyle diyor: “Doğruyu söyleyebilecek kadar yaşlıyım.” Ve devam ediyor. “Eğer biz yaşlılar da gerçeği söyleyemeyeceksek, peki kim söyleyecek?” Yine aynı yazardan devam ediyorum: “Kaçabilirsin ancak saklanamazsın” diyor.
&&&
Bilirsin, mektup türünde onlarca kitap okudum, okumaya da devam ediyorum. Çok zaman, o geçmiş, mektup yazılan günlere imrenirim. İşte bu imrenmemin nedenidir zaten sana bunca mektup yazışım. Geriye dönüş mümkün değilse de duygu ve isteklerimizi daha yavaş ve makul yaşamanın bir yolunu bulmalıyız Dağlım.
F. Pessoa, “Ophelia’ya Mektuplar” kitabının başındaki şiirinde şöyle der: “
Bütün aşk mektupları
Gülünç
Aşk mektubu olmazlardı
Eğer olmasalardı
Gülünç.
Ve şiirin ilerleyen satırlarında da şöyle devam eder:
Ama yine de
Yazmayanlar hiç
Aşk mektubu
Asıl onlardır
Gülünç.
Pessoa’dan son bir cümle: “Burada iki satır bir şeyler çiziktiriyorum seni unutmadığımı göstermek için- sanki seni unutmak kolaymış gibi!”
&&&
Seviyesi ve seciyesi düşük insanların daha çabuk hiddete kapıldıklarını gördüğümü de buraya not olarak düşeyim.
&&&
Günde iki kez elbise değiştiriyor, ayakkabıları her daim boyalı, parfümü bolca kullanıyor, her fırsatta aynanın önünde saçını, sakalını düzeltiyor. Muhtemelen günde üç öğün de diş fırçalıyordur. Yine de yüzü hep aynı kalıyor. Güldüğü zaman yalnızca dudakları gülüyor.
&&&
Annem, kimseden bir şey beklemezken daima başkalarına hizmet ederdi. Almaktan değil vermekten zevk duyardı. Yanında bulunmak her zaman büyük bir zevkti.
&&&
Dünyanın acılarından nasibimize düşeni –mümkünse sızlanmadan ve ders çıkararak- yaşayacağız Dağlım. Bundan kaçınmanın yolu yok. Belanın, sıkıntının, derdin üzerine gitmekten, haddi aşmaktan bahsetmediği mi en iyi sen bilirsin. Canımız yanıyorsa bu yaşadığımızın delilidir. Güzel ve erdemli yaşayacak, evlatlarımıza, bu ülkenin çocuklarına güzel bir rüya armağan edeceğiz. Bize yakışan budur.
W. S. Landor’un, iki mısrası ile mektubumu bitiriyorum:
“Hayatın ateşinde ellerimi ısıttım;
ateş artık sönüyor, gitmeye de hazırım.”
Allah esirgeyen ve bağışlayandır!