İbrahim Çolak
İbrahim Çolak Kaç yaşındaydık?

Kaç yaşındaydık?

“Kitap dolu tezgâhların önünden oyalanmadan, biraz da utanarak geçtim.”  diyor yazar. Okuduğum kitaplarda seni arıyor, altını çizdiğim satırları senin için çiziyorum.

“Arkadaşlardan biri güneşin doğuşunu izlemem için beni sabahın üçünde uyandırmıştı. Uyku sersemliğiyle ilk önce bir güzel tekmelemiştim oğlanı. Fakat sonradan güneşin doğuşunu gördükten sonra, özür dileyerek teşekkür etmiştim ona. Yıllarca o sabah ki güneşin doğuşunun hayatta görebileceğim en güzel şey olduğunu düşünmüştüm. Bugüne kadar da bu düşüncemi değiştirmedim.”  

Bu satırları okuduğumda seninle güneşin doğuşunu ilk kez seyrettiğimiz anı hatırladım. Doğrusu ya hiç unutmamıştım zaten. Tepeye doğru yürür,  gecenin çiğ düşmüş havasını içimize çekerken ve oturduktan sonra da hemen hiç konuşmamıştık. Birbirimizi varlığıyla mutluyduk, gönenmiştik. Ancak bu mutluluğumuzdan, gönenmiş halimizden çok daha fazlasını hissediyorduk. Güneşin sanki bizim için, hatta –senin için, benim için, tek tek ve ayrı ayrı bütün insanlar için doğduğunu biliyorduk. O yarı sisli serin havanın, o büyülü atmosferin içinde bir yanıyla kaybolup giderken, diğer yandan da göklerden gelen ilahi bir güzelliğe muhatap olmayı yaşıyorduk. Doğan güneş, bütün kelimelerimizi silip süpürmüştü. İçimize taze bir umut doluyordu. Ağlamak ayıp değildi.  Rabbimize ne kadar şükretsek azdı.  Çocukken, canımız yandığında annemize koşmamızın bin kat fazlasıyla yine ve yeniden Rabbimize koşmalıydık, ben o sabah bunu hissetmiştim. O sabahtan bende kalanlar bunlar Dağlım.

Bir de, aradan geçen bunca zamana rağmen, o an, o ilk kez beraber güneşin doğuşunu seyrederken, bütün ruhumu açmak, içimde, kendime bile saklı şeyleri görmeni, bilmeni istemiştim. Sende, diğer insanlardan daha güçlü, daha kesin, daha derin bir şey vardı çünkü. Ancak o an, bunları anlatacak kelimelerim yoktu. 

İçimden yalnızca seninle paylaşmak için on cümle kuruyor, dokuzundan vazgeçiyor, birini yazıyorum. İçimden yalnızca bize dair on cümle kuruyor, onundan da vazgeçiyorum. Bu söylemediklerim, bu sakladıklarım çok zaman dalıp dalıp gitmeme, sonra da, mütevekkil bir gülümsemeye dönüşüyor Dağlım. Sözler de nimettir, seninle bunu da konuşmuştuk. Eğer ki gerçekten sevmişsem, güzel sevmişsem, Rabbimizin, söylemediklerimden çok daha fazlasını sana duyuracağına inanıyorum.  

Aşk, ancak ölümle son bulan bir ruh halidir.
Bakma sen, dillerden düşmeyen ancak yerlerde sürünen aşk sözlerine… 
Aşk, bu dünyada, doymanın ve tamamlanmanın olmayacağına inanmak ancak bunun yerine –bir yanıyla her şeyi küçük gören- ilahi nimetlerin, ilahi lezzetin peşine düşmektir. Düşün ki, baldan bin kez daha leziz bir tadı tadabileceğine inanıyorsun. Bunun yanında hangi lezzet bağlayabilir ki seni dünyaya. Dünyanın bütün nimetlerine elini uzatanın, aşktan nasibi olur mu Dağlım?

Bazen yeise düştüğünde, “yaşamın anlamı kalmadı” diye düşündüğünü de biliyorum.  İşte tam da bu anlarda, Rabbimizin bizi hiçbir zaman bırakmadığını, yaşıyor oldukça nöbetimizin devam ettiğini hatırlamanı, “belki de ancak yaşamının bir anlam kazanmaya başladığını” düşünmeni isterim senden. 

“Seven sevdiğinin yanındayken dinlenir.”  Kim bilir belki de bize yorgunluk düşmüştür Dağlım. Umulur ki öbür âlemde dinleniriz. Bize düşen güzel sevmek ve güzel yaşamaktır, ötesi Allah kerimdir. 

Biliyorum, bu mektubumu okuduğunda, bir yanınla ağlamaklı olacaksın ya olsun, diğer, bahar bahçe yanınla da, bir çocuk halavetinde olacağını biliyorum. Her ikisi de sensin, her ikisi de hayat.

Bir vadinin bademliklerinde, açılmış milyonlarca beyaz çiçeğe bakarken insan, şükreder, başını ve gönlünü eğer. Ve bilir ki bu bir devir daimdir. Ve insan ağaçlara gülümser; ağaçlara, çiçeklere selam verip yürümesine devam eder. 

Biliyorsun değil mi, ömrümün Nisan ayı sensin. 
Ellerimi tutarsan, acılara ve bu dünyaya daha kolay dayanırım. 

Geçenlerde, Almina anlattı: “1954 yapımı Sabrina isimli bir filimde şöyle bir konuşma geçiyormuş: “Mutlu bir âşık yemeği yakar, mutsuz bir âşık ise fırını yakmayı unutur.” Bırak, yemekler yansın!

Benim bütün mutluluğum seni mesut görmekten ibaret. Ötesi yok, ötesini ahirette göreceğiz. 

Sahi, biz o sabah, güneşin doğuşunu seyretmeye giderken kaç yaşındaydık?
 

----------------------------------------------------

[1] Işıl Özgentürk, Yokuşu Tırmanır Hayat, Cem Yayınevi, İstanbul 1980, Sayfa 5
[1] Johannes Mario Simmel, Aşk Dediğin Laftır 1, E yayınları, Şubat 1972, Sayfa 75
[1] Leonardo da Vinci

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Çolak Arşivi