Musab Seyithan
Musab Seyithan İslam’da savaş kavramı ve “barış pınarı” harekâtı

İslam’da savaş kavramı ve “barış pınarı” harekâtı

Barış Pınarı” harekâtının arifesinde, İslamî kavramlara takla attırarak dini, ideolojisine alet ettirmekle meşhur, Kur’an tahrifçisi ve Sünnet inkârcısı yerli bir müsteşrik/oryantalist attığı twitte; "Savaş için ne düşündüğümü soruyorlar. Ben Müslümanım. İslam “barış”, Müslüman “barışa adanmış insan” demektir. İslam’a hizmet, barışa hizmettir. Savaşın galibi bile mağlup, barışın mağlubu bile galiptir. Buna inanır, bunu söylerim" buyurmuşlar. Teröre ve bölgede yaşanan ölüm, yıkım ve talanlara dair tek kelime etmemişler. Biz bu herifin tek yanlı açıklamasını suratına çalarak İslam’ın savaş ve barışa dair ortaya koyduklarını Kitap-Sünnet ışığında ele alalım.

İslâm’da savaş; kan dökmek, toprak kazanmak, ganimet elde etmek, petrol kuyularını ele geçirmek için yapılmaz. İslâm’da savaş, genelde müdafaa eksenlidir. Cihad, Allah ile insanlar arasındaki engelleri kaldırarak, onların Allah ile buluşmalarını sağlama gayretidir. Savaş ise büyük ve kutsal bir hareket o­lan cihadın bir parçasıdır. Yani cihad, savaşı da içine alan bir harekettir. Fakat savaş ke­limesi, cihadın ihtiva ettiği manayı tamamen kapsamaz. Cihad, kıyamete kadar devam e­decek olan bir harekettir; kesintisizdir, mekruh vakti yoktur. İslâm’ın doğru anlaşılması, anlatılması, sevdirilmesi için ortaya konulan her türlü gayret cihadın kapsamına girmektedir. Savaş ise gerektiğinde, başka seçenek kalmadığında İslâm düşmanları ile yapılan fiilî mücadelenin sadece bir kısmıdır.

Peygamber Efendimiz (s.a.v), her zaman barışa önem vermiştir. Hudeybiye Barışı, O’nun hayatında büyük bir zaferdir. “Ey insanlar! Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin, Allah’tan afiyet dileyin. Fakat düşmanla karşılaşınca da sabredin ve bilin ki cennet kılıçların gölgesi altındadır.” (Buhari, Cihad, 112; Müslim, Cihad ve Siyer, 20) hadisi de savaşı değil, barışı önceler.

Dolayısıyla İslâm’da savaşın asıl hedefi, insanları öldürmek, ganimet kazanmak, yeryüzünü tahrip etmek değil; aksine, zulmü yok etmek, gayrimüslimler için hidayete giden yoldaki engelleri kaldırmaktır. Bunun içindir ki İslâm, sömürme, emperyalist tutkular ve sırf devlet toprağını genişletme hevesine yönelik savaş anlayışını kesinlikle reddeder. (Serahsî, el-Mebsût, Beyrut 1993, X/5)

İslam’da savaş, yüce bir dava uğruna, fikir ve düşünce hürriyeti adına, insanlığa giden yolları açmak için yapılır. Bununla beraber gerektiğinde barışa gitmek de ihmal edilmez. Çünkü barış esas, savaş ise tâlidir, arızîdir: “Ey iman edenler! Hep birden barışa girin, şeytana ayak uydurmayın, o sizin apaçık düşmanınızdır.” (Bakara, 2/208)

Evet, işte bu ve benzeri ayetler, Müslümanları barışa davet etmiş, onlara savaş hâlinde dahi itidal/denge ve istikameti göstermiştir. İslam’ın dışındaki sistemlerin ise savaşları canavarlık üstüne canavarlık, barışları da savaştan farklı olmamıştır. Irak’a nasıl barış ve demokrasi götürdüklerini gördük.

Savaşta asıl maksat, saldırıyı ön­lemek, zulmü ortadan kaldırmak ve yeryüzünde barışı ikame etmekti. Kur’ân bu prensibi şu ayetle açıklar: Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de yanaş ve Allah’a güven. Çünkü Allah her şeyi hakkıyla işitir ve bilir.” (Enfâl, 8/61).

Müslümanların asıl gayelerinden biri de dünyada barışı hâkim kılmak ol­duğundan, bu hedefe ulaşmada işbirliği yapmaya hazır ülkelerle barış ve nizamı sağlamak ve sürdürmek için her türlü çabayı gösterir. Bu tür bir ilişki kurmak isteyen her ülkeyle dostça bir antlaşmaya girmeye ve işbirliği yapmaya her zaman hazır ve isteklidir. Bu antlaşmayı ve şartlarını karşı taraf resmen bozmadıkça, kendisi de bozmaz. Antlaşmalara ve paktla­ra hürmet etmek, İslâm’ın temel bir prensibi olup, müminlerin bunları ihlâl etmelerine müsaade etmez. Bununla birlikle, karşı ta­raf antlaşmayı bozduğunda müminler artık antlaşmanın şartlarına bağlı olmayıp, serbestçe hareket etme hakkına sahiptirler. Uluslararası ilişkilerde, İslâm Devleti müm­kün olduğu derecede gerek barış ve düzenin kurulması, gerekse düşmanlık ve çatışmadan kaçınmak için elinden geleni yapar. An­cak anlaşmazlığı çözecek barışçı vasıtalar tükendiğinde de savaşa katılır.

İslâm’da savaşın sebebi, Müslüman olmayanları dine girdirmek değildir. İslam hukukçularının çoğunluğuna göre savaşın sebebi, düşmanın; İslam’a ve Müslümanların ülkesine karşı saldırıda bulunmasıdır. Savaşın belirgin gerekçesi şudur: “Size savaş açanlarla Allah yolunda siz de savaşın, ancak (sakın) aşırı gitmeyin.” (Bakara, 2/190) Başka bir ifadeyle savaşın sebebi, Müslüman olmayanların dine dâhil edilmesi değildir. Çünkü Kur’ân: “Dinde zorlama yoktur.” (Bakara, 2/256) buyurarak bunu yasaklamıştır. Eğer öyle olsaydı, kadın-erkek, yaşlı-çocuk, din adamı-sivil ayrımı gözetilmeden gayrimüslim olan herkesin öldürülmesi gerekirdi ki, İslâm Tarihi’nde böyle bir hâdise olmamıştır. Müslümanlar istemediği hâlde düşmanla savaş durumu ortaya çıkmış olsa bile, kesin olarak kadınları, çocukları, yaşlıları, özürlüleri, din adamlarını ve hatta savaşta aktif görev almayan sivilleri öldürmemişler, katliam ve soykırım yapmamışlardır. 

Barış Pınarı” harekâtına bu bağlamda bakarsak, fesat çıkarmak ve ırkçı bir devlet kurmak adına bölgede terörist eylemler yapmak için faaliyet gösteren, binlerce şehit kanı dökerek Türkiye’ye karşı tehdit olan bir fesat yuvasını yok ederek güvenli bölge oluşturmak amacıyla yapılan meşru bir harekettir. Bir barış harekâtıdır. Rasûlullah’ın yapmak zorunda kaldığı Bedir, Uhud, Hendek, Huneyn ve Tebuk savaşlarına karşı kör ve sağır kesilerek, İslam’ın sadece barış yanını görüp de, gerektiğinde savaşı da öngören tarafını görmezden gelerek ve savaştan başka dilden anlamayan fesat yuvalarını çökertmek için teröristlere karşı yapılan hareketi itibarsızlaştıracak twitler atmak, ideolojilerine din sosu katan modernist müsteşrik tinetlilerin karakteridir. İslam’ı, uydurdukları ideolojilerine alet edenlerin bu tür beyanlarına itibar edilmemelidir. Yani “İt ürür, kervan yürür.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Musab Seyithan Arşivi