İbrâhîmi Çağrıya İcabet Edenler..
Müslümanlar bir denize akan nehirler gibi; doğudan, batıdan, kuzeyden güneyden Kâbe okyanusuna aktılar. Şairin, “bir mübarek sefer olsa da gitsem,/Ka’be yollarında kumlara batsam” diye niyazda bulunduğu arzuyu her Müslüman içinde taşır. Şu günlerde: “Ya Rabbi! İçimizden seçip çağırdığın kimseler bugün Hz. İbrahim’in çağrısına cevap vermek için kutlu beldene aktılar.. Ne olur, gelecek sene de kardeşlerimiz gibi bizleri de çağrılanlardan kıl!” diye duâlar yükseliyor, eller semaya açılıyor, seherlerde.
Hac; mekân-ı mahsusu, zamanı mahsusta fiil-i mahsus ile ziyaret etmektir.
Hac, yoluna gücü yetenlerin bu görevi yerine getirmesinin Allah’ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır. İslam’ın beş temel şartından birisidir, Hac..
Hac, milyonlarca Müslümanın dayanışma ve vahdetinin bir göstergesidir.
Hac ‘tevhid eğitiminin’ her yıl tekrarlandığı bir mekteptir.
Hac, “kesrette vahdet/çoklukta birlik” düşüncesinin yaşama geçirildiği bir ibadet türüdür. Çokluk göstergesi olarak dünyanın her yerinden Müslümanlar bahr-ı umman olan Kâbe’de bir damla gibi parlayarak birlik denizine karışmalarıdır. Bu anlamda hac, milyonlar içinde bir kayboluştur. Rabbü’l-âleminle baş başa kalıştır.
Hac, bir takım sembollerden ibarettir. Her bir sembolün ifade ettiği bir anlamlar dünyası vardır. Mîkat mahallini geçen her hacı adayı dikişsiz ve cepsiz ‘ihram’ adı verilen ve kefeni sembolize eden beyaz bir elbiseye bürünürlür. İşte bu bağlamda hac, bütün makamların, mevkilerin, apoletlerin ortadan kalktığı herkesin tek bir üniforma ile eşitlendiği mahşerin provasının temsil edildiği bir ibadetin adıdır. Bu ibadeti yerine getiren Rahmânın misafirlerinin her yokuşu çıkış ve inişlerinde her daim dillerinden düşürmedikleri telbiye adı verilen zikir şudur:
“Lebbeyk, Allâhümme lebbeyk. Lebbeyk, lâ şerîke leke lebbeyk.
İnne’l-hamde ve’n-ni‘mete leke ve’l-mülk, lâ şerîke lek” .
Rabbim! Davetine sözüm ve özümle tekrar tekrar icabet ettim, emrine boyun eğdim.
“Rabbim! Senin davetine icabet boynumun borcudur. Senin eşin ve ortağın yoktur.
Rabbim! Bütün varlığımla sana yöneldim; hamd senin, nimet senin, mülk senindir.”
Hacı adaylarımız bu telbiyeyi dilleriyle terennüm ederken, kalpleriyle de manasını tefekkür ederler. Çünkü telbiyede Haccın ve Umrenin zikri ve virdi durumunda olan tevhid inancı yenilenirken, şirk de mahkûm edilmektedir.
Haccın sayısız hikmetleri vardır. Kabe-i Muazzama, bütün Müslümanların kıblesidir. Her gün kılınan beş vakit namazda dünya Müslümanları buraya yönelirler. İslâm’ın beş şartından biri olan hac ibadetinin ana merkezlerinden birisi de burasıdır. Tavaf ibadeti burada gerçekleştirilir. Hac ve umre ziyaretlerinde Allah’ın varlık ve birliğinin, ortaksız, benzersiz ve noksan sıfatlardan uzak olduğunun vurgulanması ve kemal sıfatlarıyla anılması, beytullahın, tevhid ve hidayet sembolü olduğunun açıkça göstergesidir.
İslam’da umre ve hac gibi ibadetlerin yapılışına mekân teşkil eden Kâbe, aynı zamanda evrensel İslam kardeşliğinin sergilendiği bir platformdur. Bu sayede İslam’ın inanç sistemi tüm mü’min gönüllere yerleşir, eğer varsa zihinlerde kadim bir câhiliye âdeti olan soyluluğu ve üstünlüğü ete ve kemiğe, altın ve gümüşe indirgeyen zihniyetler feshedilir. Bunun yerine, farklı renk ve dillerin Allah’ın bir âyeti olduğu inancından hareketle, inanç ve düşüncenin merkezine en üstün erdem olarak Allah’a karşı sorumluluk bilinci olan ‘takvâ’ yerleştirilir.
Hac, her türlü ayrımcılığın ‘ümmet’ kalıbında nasıl eridiğinin de bir göstergesidir.
Bugün İslam topraklarında emperyalist güçler Müslümanların etnik ve mezhebi farklılıklarını istismar ederek onları birbirine düşürmeye çalışmaktadırlar. İşte Hac, bu cahiliye zihniyetini mahkûm etmenin de yegâne adresidir. Bu sebeple her yıl tekrarlanan uluslararası Hac kongresi, İslam dışı ideolojik hastalıkların tedavi edilmesinde iyi bir rehabilitasyon merkezidir.
Diğer taraftan hac ve umre ibadetleri, davranışlarımızın iyi yönde düzeltildiği teorik ve pratik anlamda muhteşem bir uygulamalı ders örneğidir. Burada sabır, irade, öfke yönetimi ve her türlü güçlüğe karşı dayanma eğitimi verilmektedir. Ahlaki anlamda hac ibadetinin bir Müslüman için en büyük kazancı, “başkalarıyla iyi geçinme” eğitiminin alınmasıdır. Çünkü Resulullah (a.s) Müslümanı şöyle tarif etmiştir: “Mü’min, kendisiyle iyi geçinilen kişidir. İyi geçinmeyen ve geçinilmeyen kimsede hayır yoktur.” Bir başka rivayette de: “Kötü söz söylemeden ve büyük günah işlemeden hacceden kimse, annesinden doğduğu gündeki gibi günahsız olarak (evine) döner” buyrulmuştur. Bu kısa Hac döneminde eline, diline ve beline sahip çıkmanın eğitimini alan bir Müslüman, bu güzellikleri ömür boyu hayatına taşımalı ve yansıtmalıdır. Dolayısıyla hakkıyla yapılan bir hac, bizi itikâdî, ahlakî ve güzel bir Müslüman olma yolunda değiştirir ve dönüştürür. Haccın esas mahsulatı da bu olmalıdır.
Sonuç olarak, Beytullah’a yüz süren bir hacı, hac sonrası hayatını İslam’ın emir ve yasaklarına göre yaşama konusunda azami dikkat ve titizlik göstermelidir. Artık o, örnek bir Müslümandır. Rabbine, ayağını hidayet yolunda sabit kılması için fiili dua halinde olmalıdır. Bir de gittiği mekânlar, vahye sahne olmuş, her bir toprağında taşında Allah Resulünün ve sahabenin ayak izlerini taşıyan coğrafyalar olduğunun şuurunda bulunmalıdır. Bu hac ibadeti vesilesiyle İslam’ın hidayetinden istifadesini kardeşlerine de yansıtmalıdır. Rahmanın bir misafiri olarak bu topraklara gelemeyen kardeşlerinin de buralardan nasiplenmesi için onları unutmamalı ve dualarında hatırlamalıdır.