Hafız İsmail (84)
Hafız İsmail’in babası hacı Mehmet’e; “hoş geldin” ziyareti için sıraya giren köylüler, onu ne hafız İsmail’in evinde ne de namaz çıkışındaki cami önü sohbetlerinde yalnız bırakmazlardı. Evi, hafız İsmail’in evine beş on adım mesafede bulunan Tahsin ağa; hanımı Hamiyet teyzeyi yanına alır almaz soluğu hafız İsmail’in evinde alırdı. Onlar sohbet ederken gazi çavuş’un gelmesiyle sohbetin konusu değişirdi. Askerlik anılarını sanki o anı yaşarmışçasına anlatan gazi çavuş’a şimdi bir de hacı Mehmet eklenmişti. Biri Kore gazisi, diğeri de İstiklâl Harbi gazisi olan bu ikilinin sohbeti gece geç saatlere kadar devam ederdi. Onların karşılıklı olarak heyecanla anlattığı hatıralara Tahsin ağa ile orada bulunanlar kulak kesilirdi. Cami önünde köye geldiği ilk gün hafız İsmail’in “Babam” Diye takdim ettiği hacı Mehmet’le tokalaşırken, hacı Mehmet’in sağ elindeki bazı parmakları dikkatini çekti. Ona bunun sebebini sorup sormamakta tereddüt etti. Sonra sormaya karar verdi. Yanına yaklaşarak sadece onun duyabileceği kısık bir ses tonuyla; “Hacı Mehmet ağa, parmaklarınız kesildi mi? Geçmiş olsun.” Dedi. O, ilk tanıştığı kişilerin kendisine böyle sorular sormasına alışkındı. Gülerek; “Askerlik hatırası” Diye cevap verdi. Birden heyecanlanan gazi çavuş, gözlerinin nemlendiğini hissetti. İçinden, “Vay be!” Diye mırıldandı. Sonra yüzünü hacı Mehmet’e dönerek gözlerine baktı. Ona¸”Biz seninle hem dava hem de kader arkadaşıyız. Ben de Kore gazisiyim.” Dedi. Hacı Mehmet, “Öyle mi!” Diyerek onun omuzlarını iki eliyle kavradı. Duygulanan gazi çavuş, hacı Mehmet’e sarıldı. Etraftakiler ne olup bittiğine anlam veremeden boş ama meraklı gözlerle onları izlemeye koyuldu. Tahsin ağa elindeki bastonu havaya kaldırıp gazi çavuş’a; “Çavuş, yoksa hacı Mehmet ağa ile tanışıyor musunuz?” Diye sordu. Gazi çavuş yüzünde beliren tatlı bir gülümsemeyle; “Meğer biz dava arkadaşıymışız.” Diye söylendi. Birden şiddetli bir rüzgâr baş gösterdi. Ufuk toz zerreciklerine bürünmüş, hava kararmaya yüz tutmuştu. Orada bulunmanlar; “Allah’a ısmarladık, Allah’a emanet olun!”Nidalarıyla bir birlerine veda ederek evlerinin yolunu tuttular.
Hacı Mehmet’in köydeki son gecesiydi. Sabah namazını kılar kılmaz şehre gidecek olan otobüse binip yola revan olacaktı. Akşam yemeğinden sonra sedirdeki mindere bağdaş kurup oturdu. İki torunundan birini bir dizine, diğerini öteki dizine oturtan hacı Mehmet, onları mıncıklayarak sevmeye başladı. Yanında oturan hafız İsmail’e dönerek; “Ben bunları sevmeye doyamadım.” Diye söylendi. Dedelerinin defalarca anlattığı askerlik anılarını tekrar dinlemek isteyen minikler, onun kollarından asılarak; “Hadi dede. Ne olur, bir daha anlat.” Diye ısrar ediyorlardı. Hacı Mehmet torunlarının bir dediğini iki eder miydi? Anılarını anlatmaya başlamadan önce heyecanı tekrar nüksetti. O esnada torunları, dedelerinin bomba düşen sağ elindeki parmaklarını göstererek; “Parmaklarına nasıl bomba düştü dede?” Diye sordular. O, yüreği gibi kükreyen sesiyle; “Gavur yunan işgal ettiği tepenin etrafını yedi kat dikenli telle çevirmişti. Geç vakte kadar eğlendikleri gece, komutanımız on kişilik bir tim kurdu. Aralarında ben de vardım. Seher vakti girince telleri kesecek ve onların karargâhına sızacaktık. Telleri kestik, tam içeri girerken köpekleri havlamaya başladı. Bir kısmı uyanmıştı ama biz onları çoktan ateş altına almıştık. Çatışma şiddetlendiği sırada yunanın attığı el bombalarından biri parmaklarımı yalayarak sağ tarafıma düştü. Elimden oluktan akarmış gibi kan akıyordu. Hemen pantolonumun paçasını yırtıp elime sardım. Yarama aldırmadan düşmanı kuşatan birliğimizle savaştım. O gün çok şehit ve gazi verdik ama tepeyi de yunandan kurtardık çok şükür.” Hacı Mehmet, onu dikkatlice dinleyen torunlarına dönüp; “Bizim hiçbir şeyimiz yoktu yavrularım. Biz bu savaşı göğsümüzdeki iman, elimizdeki süngüyle kazandık.” Diye ilave etti. (devam edecek)
Sağlıcakla kalınız.