Hafız İsmail (48)
Başında siyah fötr şapkası, üzerinde bol kesim ince siyah çizgili ceketi ve elinde gri renkli tahta valiziyle otobüsten inen zat, bakkal Faruk’un dükkânına yöneldi. Dükkânın önündeki sandalyeye ilişip, keyifle sigarasını tüttüren bakkal Faruk’a selam verdi. Bakkal Faruk köyde ilk kez gördüğü bu yabancıyı dikkatlice süzdü ve “aleykümselâm” Diye cevap verdi. Yabancı elindeki valizi yere koyup yorgun bir sesle; “Benim adım Kerim, camii inşaatı için geldim.”Dedi. Bakkal Faruk, “hoş geldin Kerim usta.”Diyerek karşılık verdi. Daha sonra elindeki sigarayı yere atıp; “Buyurun sizi muhtar Recep ağa’ya götüreyim.” Diye söylendi.
Muhtar Recep ağa, bakkal Faruk, patis Kâzım ve Kerim usta; “büyük camiyi” görmek üzere yola koyuldular. Hem yürüyor, hem de camii inşaatıyla ilgili görüş alış verişinde bulunuyorlardı. Camii’nin yanına geldiklerinde muhtar Recep ağa, Kerim ustaya; “işte camimiz; burayı yıkıp yerine sana anlattığım gibi bir camii yapacağız.” Dedi. Kerim usta etrafa şöyle bir göz attı ve muhtar Recep ağa’ya; “bir de içeri girip bakalım mı?” Diye sordu. Önde Recep ağa, arkada Kerim usta ve diğerleri camiinin içine girip konuşmalarına burada devam ettiler. Mihrabın ahşap işlemelerine hayran kalan Kerim usta heyecanla; “İşte bu!”Diye bağırdı. Ardından orada bulunanlara dönerek; “Böyle bir el işlemeciliği hiçbir yerde yok! Bu güzelim esere sahip çıkmak gerek.” Diyerek konuşmasını sürdürdü. Muhtar Recep ağa Kerim ustanın anlattıklarını dinlerken aklına imam cinci Mustafa geldi. Kendi kendine Allah’tan o burada yok! Olsaydı kesin tatsızlık çıkardı diye mırıldandı.
Bugünlerde köyün gündeminde “Büyük camii” İnşaatı vardı. Ömrünü tamamlamış olan camiinin yıkılarak, yerini altında mektebi olan yeni ve modern bir camiye bırakacak olması büyük küçük herkesi heyecanlandırıyordu. Evde barkta, tarlada bahçede hep camii inşaatı konuşuluyor, inşaatı yürütecek olan ustanın adı dillerden düşmüyordu. Kerim ustayla tanışmak için can atanlardan biri de hafız İsmail’di. Hafız İsmail ikindi namazı sonrasında talebelerinden biriyle Faruk öğretmene haber saldı. Bir müddet sonra Faruk öğretmenle birlikte muhtar Recep ağa’nın odasına gitmek için yola koyuldular. Odanın içi ana baba günüydü. Hafız İsmail ile Faruk öğretmenin geldiğini gören muhtar Recep ağa kapıyı kendi elleriyle açtı. İkisinin de boynuna sarılarak yanaklarından öptü. Hafız İsmail ile Faruk öğretmeni gül desenli mindere bağdaş kurup oturan Kerim ustaya; “işte benim kahramanlarım.” Diye takdim etti. Kerim usta hafız İsmail’e “hiç yabancı gelmediniz.” Dedi. Hafız İsmail elini çenesine götürerek; “sizde” Diye cevap verdi. İkili tanıdık çıkmak için zihinlerini epeyce yoklasalar da tanışıklıklarının adını koymakta zorlandılar. Sıra muhtar Recep ağa’nın özel zamanlarda kendi elleriyle demlediği ve adına da “bohça çayı” Dediği çayı içmeye geldi. Çaylar içildikçe muhabbet koyulaşıyordu. Anlattığı fıkralarla sohbeti renklendiren Kerim usta, şimdiden kendini köylüye sevdirmeye başlamıştı.
Kerim usta her gün köy otobüsünün gelmesini sabırsızlıkla beklerdi. Otobüs gelir gelmez sipariş ettiği gazeteleri alıp ilanlarına varıncaya kadar okur, sonrada keyifle bulmacalarını çözerdi. Kalan zamanını yanından ayırmadığı kitaplarını okuyarak geçirirdi.
Orta boyluydu. Basık burnu, mavi gözleri ve yuvarlak yüzü ona farklı bir görünüm kazandırıyordu. Bir gün koltuğunun altına aldığı gazetelerle bakkal Faruk’un ablası Hediye teyze’nin evinin önünden geçiyordu. Hediye teyze methini duyduğu ama adını bilmediği Kerim usta’nın yüzüne dikkatlice baktı. Sonra da; “kümük usta” diye seslendi. (devam edecek)
Sağlıcakla kalınız.