Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
Prof. Dr. Ramazan Altıntaş Depremler İlahi Yasanın Bir Gereği Ya Tedbir!

Depremler İlahi Yasanın Bir Gereği Ya Tedbir!

Bütün tabiat olayları gibi depremler de Allah’ın bir yasası çerçevesinde meydana gelmektedir.

 Depremler,  Allah’ın emridir ama tedbir almak insana aittir.

 Japonya gibi kalkınmış ülkelerde de 7.5 şiddetinde depremler oluyor. Binalar sallanmasına rağmen üstün teknoloji ile yapıldığı için kimsenin burnu bile kanamıyor.

 Hâlbuki Allah’ın yasasında bir değişiklik yoktur. Burada öne çıkan ahlakilik bakımından “insan” faktörü ve yapı teknolojisinin kalitesidir.  Yapılaşmayı gerçekleştirmeden önce, zemin etüdünden tutun da kullanılan malzemenin kalitesine varıncaya kadar ince eleyip sık dokunmalıdır. Hatta yapılacak binaların kaç şiddetinde bir depreme dayanıklı olacakları önceden matematiksel olarak ince mühendislik maharetiyle iyi hesaplanmalı ve ona göre planlanmalıdır. Bu konuda devlet, vatandaşa maddi anlamda merhamet elini daha çok uzatmalı ve kolaylaştırıcı imkânlar sunmalıdır.  Umarım bu bağlamda Elazığ ve çevresinde meydana  depremlerde yıkılan, hasar gören  ve ayakta kalan binalardan iyi sonuçlar çıkarırız.

Depremler konusunda  “Allah’ın takdiri, kulun tedbiri” zihniyeti inanç biçimimiz olmalıdır. Ne yazık ki bizde sağlıktan depreme vb. varıncaya kadar  “atın ölümü arpadan olsun” özdeyişi yaşam felsefesi haline gelmiştir.  Kur’an’da birçok ayette bizden tedbir almamız ve sebeplere tevessül etmemiz istenir. Tedbir almadan takdirin anlamlı olamayacağına değinilir. Nitekim bir âyette, savaşa çıkmadan önce: “Ey iman edenler! Hazırlığınızı görün” (Nisa 4/71), bir başka ayette: “Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihat için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın.” (Enfal 8/60) buyrulmak suretiyle tedbirli olmak öğütleniyor. 

Allah'ın en yakın dostları olan peygamberlere bile, salt tevekkülde bulunmanın ötesinde tedbirli almaları tavsiye ediliyor.  Şöyle ki, Hz. Musa (as) kavmi tarafından taşlanmakla (recm) tehdit edilince, O’na: “... o halde kullarımla geceleyin çıkıp git. Çünkü takip edileceksin ..” (Duhan 44/23) buyrularak ön mukaddimeleri yerine getirmesi isteniyor. Yine savaşta kılınan korku namazıyla ilgili olarak: “Silahlarını alsınlar” (Nisa 4/102) denilerek,  tedbirli olmanın önemi vurgulanmış oluyor. Ayrıca,  sebeplere tevessül etmeden yapılan tevekkül tavrının Hz. Peygamberin bizzat söz ve uygulamalarında yerinin olmadığını görüyoruz. Meselâ, onun, hicret olayında iyi bir strateji neticesinde mağaraya sığınması; devesini salıp, Allah'a tevekkül etmek isteyen bir Müslüman’a: “Önce deveni sağlam kazığa bağla, sonra Allah'a tevekkül et” buyurması, bizim için takdir-tedbir ilişkisini en güzel bir şekilde yansıtan delillerdir.

Özellikle köy, mezra veya büyük şehirlerin varoşlarında bulunan vadi içlerine konutlar yapmak, depremi gösteren fay hattının geçtiği yerlere şehirler kurmak, bulaşıcı hastalıkların yaygın olduğu bölgelere veya ülkelere seyahatler düzenlemek, kışın dondurucu soğuğuna karşı koruyucu tedbirler almamak, hırsızdan korunmak için kapıyı kilitlememek gibi durumları tevekkül olarak adlandırmak ya da olumsuz sonuçlarla karşılaşınca da kadere vurgu yapmak, Allah'a zulüm isnadından başka bir şey değildir. Burada zulmün öznesi, insanın kendisidir, eylemleridir. Allah, hiç kimseye zulmetmez.

İslam insana değer verdiği halde, biz niye kendimize değer vermiyoruz? Neden kendimize, aile ve çocuklarımıza acımıyoruz. Bugün biz ülke olarak yapı teknolojisinde dünya standartlarının üstündeyiz. Bunun en güzel örneği TOKİ’nin yaptığı evlerdir. Maalesef, bazı müteahhitlerimiz yapılan binaları ucuza mal etmek ve çok para kazanmak hırsıyla demirinden ve çimentosundan çalarak kalitesiz malzeme kullanmaktadır. Bunun örnekleri geçmişte Gölcük, Sakarya ve Van depremlerinde en acı bir şekilde yaşandı. Hiç olmazsa bundan sonra yapılacak binalar konusunda sorumluluk makamında bulunan resmi zevat ve kurumlarımız yasal tedbirler bağlamında sıkı kontroller gerçekleştirmelidirler. Sosyal devlet anlayışı bunu gerektirir.  Belki yıkılan binalar yapılır ama giden canlar asla bir daha geri gelmeyecektir. Elbette, her nefis kendisine biçilen süreyi tamamlayınca emaneti sahibine teslim edecektir. Biz buna yürekten inanıyoruz. Kaldı ki biz, “yaşayacağımız süreyi” bilemiyoruz.   Bize düşen, bu süreyi en randımanlı ve kaliteli bir şekilde yaşayabilmek için tedbir almaktır. Takdir Allah’a aittir. Ama Allah’ın takdirini de hiçbir zaman cebir inancı içerisinde değerlendirmemek gerekir.

 

Elazığ, Malatya ve çevresinde meydana depremlerde hayatını kaybeden kardeşlerimize Yüce Allah’tan rahmet, yaralılarımıza acil şifalar diliyoruz.

Yüce Allah, aziz milletimizi ve İslam alemini her türlü musibetlerden korusun!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Ramazan Altıntaş Arşivi