Sıtkı Yonca
Sıtkı Yonca Dünden Bugüne

Dünden Bugüne

Tanzimat dönemi, II. Abdülhamit’e kadar mıdır yoksa özel bir dönem midir tartışmalarına girecek değiliz. Ancak 30  yıldan fazla çöküşü geciktiren bir padişahın dönemi hangi açıdan bakılırsa bakılsın özel bir ilgiyi hak ediyor.

            Mesela Abdülhamit dönemi okullaşmanın yaygın olduğu bir dönem olmasına rağmen, Batı normları merkeze alınarak  değerlendirme yapıldığı için hiç değilse; her şeye bir yerden başlanır bile diyebilmek teslimiyetinden mahrum eklektik bakışla, eğitime yapılan yatırım, niteliksel ( Batı’yı taklit ederek nitelikli eğitimin nasılı ve niçinine hiç eğilmeden) eleştiriden kurtulamaz.

            Şimdiki hükümetin okullar konusunda yapmış olduğu fiziki yatırımlar kısmen eğitimciler ve toplumun büyük bir kesimi tarafından takdir edilmesine rağmen yine nitelik yönünden eleştirilmekte; hatta iş, eğitimi çıkmaza soktuğu iddialarına kadar varabilmektedir. Her iki döneme ait eleştirilerin, haklı yönleri olduğunu kabul etsek bile Abdülhamit zamanında ki eleştiriler ile şimdikiler arasında katılımcı fikir olarak bir fark görünmüyor. Çünkü her iki eleştiri aynı kaynaktan (Batı) beslendiği için spesifik bir kompozisyon taşımıyor. Daha doğrusu her iki döneme ait eleştiriler eğitime derin bakışı ifade eden yaklaşımlar olmaktan ziyade, siyasi tarafgirlik veya ideolojik taassubun sonucuyla alakalıdır.

            Fransız yazar Henri de Bourneir’in, Peygamberimiz’e (S.A.V.) hakaret eden ‘’Muhammed’’ isimli piyesini Fransa, İngiltere ve Amerika’da oynanması için yaptığı girişimleri, Halife  sıfatını kullanıp her üç ülkeyle sert yazışmalar (Müslüman ülkeleri harekete geçireceği tehdidiyle) yaparak engelleyen Abdülhamid’in karşısında Fransız ve Yahudi güdümlü Jön Türkler vardı, şimdilerde dindar nesil yetiştirmeliyiz  dediği için Erdoğan’ın karşısında, Tanzimat arkaikli, bazı alışkanlıklarıyla Türk, ama  kafasıyla Fransız, Alman veya İngiliz aydınlar var. Zihinsel devrim yapılmadan doğrunun tanımı bile yapılamıyor.

            Birçok yazarın da kabul ettiği gibi meşrutiyetin ilanıyla birlikte ülkede, bir fikir zenginliği (kaynaklarda 116 çeşide ulaşıldığı ifade edilen gazete ve dergilerin bir çoğu yabancı ülkeler tarafından finanse ediliyor olması hürriyet(!) için yeterli değildir de; Abdülhamit’e ortak düşmanlık için yeterlidir(!) )olmasına rağmen hala ısrarla ve inatla Abdülhamit’i müstebidd olarak itham edenlerin zihin dünyasında gizlediği şey; Cemil Meriç’in, ‘’Dudaklarında günahların buruk tadı… Kavgaya devam etti. Gönülle aklın, şiirle nesrin, imanla inkarın, Doğu ile Batı’nın kavgası. O yalçın irade bu çılgın savaşa üç yıl dayanabildi. Hayalle gerçek arasındaki uçurum, maddecilikle doldurulamazdı. Na’şını fırlattı uçuruma’’ diye intiharını özetlediği, Batılılaşmanın dramatik prototipi (Allah korusun)yeni Beşir Fuat’ların yetişmesiyse, onca gazete ve dergileriyle Erdoğan’ın ‘’dindar nesil arzusunu’’ kapalı istihza eşliğinde Halife ve diktatörlükle etiketleyip O’na düşmanlıkta birleşmelerini tabi ki şaşılası bir pozisyon olarak  görmüyoruz.

            Abdülhamit döneminde aile üzerine yapılan tartışmaların bugüne çok benziyor olması da Batı’nın şarkiyatçı keyfiyetiyle bire bir örtüşür. Aile çekirdeğini kırarsanız, parçaları bir daha toplayamazsınız. Nedir o bütün? İslam.  Evet…Gerçekten ‘’Garp cephesinde yeni bir şey yok’’
           
Selamlar.             

Önceki ve Sonraki Yazılar
Sıtkı Yonca Arşivi