Hafız İsmail (42)
Buğday parasını sarraf Kadir’e emanet eden hafız İsmail, köye götüreceği hediyelik eşyayı almak için şehrin en büyük bedestenine uğradı. Dükkânları gezerek alacaklarını araştırdı. Daha sonra dükkânın birinden hediyeleri aldı. Bunları heybesine dikkatlice yerleştirdi. Dökülmesinler diye heybe ağzı iplerini sıkıca bağladı. Bedesten çıkmak üzereyken aklına hocası Şükrü Efendi geldi. O an içinde eski günlerden kalma tuhaf bir duygu kırıntısı belirdi. Kendi kendine hocama bir hediye alıp ziyaret etsem kim bilir ne kadar memnun olur diye mırıldandı. Geriye dönerek biraz önce alış veriş yaptığı dükkâna yöneldi.
Bedestenden çifte saatli medreseye doğru yürürken sanki yalnız değildi. Hatıralar da yanına düşmüş onunla birlikte yürüyordu. Bir an içini yoksulluk günlerinden kalma buruk bir duygu sardı. Boğazı yanmaya başladı. Birkaç kez yutkundu. Etrafına şöyle bir göz attı. Üzümcüler çarşısı hareketli günlerinden birini daha yaşıyordu. Talebelik günlerinde sık aralıklarla buraya uğrar, pazarcıların üzüm sattığı gibi, o da hüznünü satar rahatlardı. Şu an hissettiği duygular, sanki o günlerden kalmış gibiydi. Başından düşmek üzere olan kasketi yeniden başına geçirdi. Nemlenen gözlerini ovaladı. Pazarın içinden geçerken satıcıların; “Üzüme gel üzüme.”, “Bu üzüm başka üzüm.”, “Alan şişman, almayan pişman.” Diye bağırmalarını özlemiş gibiydi. Kulağı pazarın uğultusuyla meşgulken, gözleri etrafın manzarasını seyre dalmıştı.
Çifte saatli medresenin önüne geldiğinde ikindi ezanları okunmaya başlamıştı. Oradaki şadırvanda abdest alarak camiye yöneldi. Namazı başka bir hoca efendi kıldırmıştı. Gözleri hocası Şükrü Efendiyi aradı. Lakin o cemaatin içinde de yoktu. Cami çıkışında talebelik döneminden tanıdığı müezzin Tahsin Efendiyi bekledi. Tahsin Efendi hafız İsmail’i görünce; “ O kimler gelmiş.” Diyerek kucakladı. İsmail’de Müezzin Tahsin’in; “Sizi özlemişim ağabey.” Diyerek elini öptü. Daha sonra da hocası Şükrü Efendiyi sordu. Müezzin Tahsin, hocası Şükrü Efendinin rahatsız olduğunu ve evinde dinlendiğini söyledi. Bunun üzerine Tahsin Efendiden müsaade isteyen hafız İsmail, hocası Şükrü Efendi’yi ziyaret etmek üzere yola koyuldu.
Müderris Şükrü Efendi’nin evi çifte saatli medreseye iki veya üç yüz metre mesafedeydi. Yürüdüğü yollar ve kaldırımlar ona hiç yabancı sayılmazdı. Bu yol düpedüz devam eder, az ileri de ikiye ayrılırdı. Sola sapınca hocası Şükrü Efendinin evine, sağa sapınca da talebeliğinde kaldığı bağ evine ulaşılırdı. Yosun tutmuş parke taşların üzerinde yürürken, gözleri aynı evde kaldığı arkadaşı Mustafa’yı aradı. Her gün onunla birlikte bu yolu kat eder, medreseye ulaşırlardı.
Hocası Şükrü Efendinin evinin karşısındaydı. Evin ahşaptan yapılmış çift kanatlı kapısını yavaşça çaktı. İçeriden; “Kim o!” Diye bir ses duyuldu. Bu ses onun sesiydi. Hafız İsmail; “Benim hocam, talebeniz İsmail.” Diye cevap verdi. Aradan birkaç dakika geçti. Kapıyı açan müderris Şükrü Efendi karşısında duran İsmail’e; “Hoş geldin evlat, bu ne güzel bir sürpriz.”Diyerek onu içeri davet etti. İsmail hocası Şükrü Efendinin ellerinden öpüp, ahşap sandalyeye ilişti. Sonrada ona getirdiği hediyeyi takdim etti. Hocası Şükrü Efendi bu ziyaretten oldukça hoşnut olmuşa benziyordu. (Devam edecek)
Sağlıcakla kalınız...