Hafız İsmail (36)
Yıllardan beri süre gelen gelenek ve göreneğe göre askere gidecek olanlar için adına “asker yemeği” denilen toplu yemekler verilmekte, köy halkının da katıldığı şenlikler yapılmaktaydı. Şenliklerin sonunda ellerine kına yakılan asker adayları, askere uğurlanıncaya dek; “Kınalı kuzu” diye anılır ve çağrılırdı. Bu topraklarda asırlardır süren; “asker uğurlama” merasimleri neşe içinde geçerdi. Bu merasimlerin olağanüstü bir durum olmadığı sürece Cuma günü yapılmasına özen gösterilirdi.
Günlerden bir gün, tellal “garip Osman”ın tüyleri ürperten sesi etrafta gezinmeye başladı; “Ey ahali, duyduk, duymadık demeyin. Cuma günü asker yemeği var! Bu yemeğe bütün köy halkı davetlidir.” Canhıraş bir biçimde ve ara vermeden bağırışını sürdüren; “garip Osman” ahalinin dikkatini çekmişti. Muhtar “ Ömer Ali ağa”, ciğerleri ağza getiren bu sesi bakkal “topal Mevlit” in dükkânında bulunduğu sırada duymuş; “Allah! Allah! Bu nasıl bir bağırma böyle” Diye tepki göstermişti. Feryat, figan bağıran “garip Osman”ın Davut adındaki oğlu da askere gidecekti. Bu yüzden oldukça heyecanlıydı. İçindeki heyecan onun sesini adeta alabora etmişti. Bu durum ne” Ömer Ali ağa”nın, ne de ”topal Mevlit”in aklına gelmişti. Dağları yalayarak geri dönen ve köyde uzun süre yankılanan bu ses, ortalığa adeta bomba gibi düşmüştü. Köylüler böyle bir sesle yapılan duyuruyu ilk kez işitiyor olmalıydı. Bir birlerine; “ne olmuş bu garibe?” Diye sordular. Ama hiç biri bu soruya mantıklı bir cevap veremiyordu. Tellal Osman’ın karısı Rabia, içinden; “Osman yumurta içip öyle tellala çıkmış her hal.” Diye geçirdi. Hem kendisi hem de sesi yorulan “garip Osman” yukarı camiinin önünden başladığı tellal çağırma serüvenini, köyün içini birkaç kez dolaştıktan sonra yine aynı yerde sonlandırdı. Çok bağırmaktan boğazı tahriş olmuş, yutkunma zorluğu yaşamaya başlamıştı. İçinden, Rabia’nın “un çorbası” boğazımı rahatlatır diye mırıldandı. Bir an önce eve varmak, çorbasını içerek bir güzel dinlenmek istiyordu. Bu düşünceler içinde, adımlarını hızlandırarak evine doğru yürümeye başladı.
Yukarı camide kılınan Cuma namazından sonra; kadın, erkek, çoluk-çocuk, genç, ihtiyar kim varsa köyün güneyindeki koruluğa hücum etmişti. Merasim koruluğun hemen girişinde bulunan ve adına “in tepesi” denilen yerde yapılacaktı. Gökyüzüne uzanan ağaçların bir biriyle kucaklaşan dalları, Güneş’e şemsiye olmuştu. Buna rağmen dalların arasından yansıyan güneş ışınları, yeryüzündeki canlılara muhteşem bir ışık şöleni sunmaktan geri durmuyordu. Arada bir esen ve her estiğinde insanların; “oh” demelerine neden olan meltem, bugünde iş başındaydı. Bu rüzgâr sayesinde her yer, çam kokularıyla kaplanıyordu. Misten daha mis olan bu koku bütün canlılar için adeta bir mutluluk iksiriydi. Bir taraftan kuş seslerinin eşlik ettiği uğultu, eşsiz bir melodiyi mırıldanır gibiydi.
Önce yemek yenip sonra dua edilecek, ardından da şenlikler başlayacaktı. Gençlere kına yakıldıktan sonra ise merasim tamamlanmış olacaktı. Tüm hazırlıklar bitmişti. Yerler tahta sıralarla donatılmış, ahali çoktan sofraların başına oturarak yemeğin gelmesini beklemeye başlamıştı. Askere gidecek gençler, Muhtar “Ömer Ali ağa” ile “Büyük hoca”nın bulunduğu sofrada yerlerini almıştı. Yan sofrada bulunan, “İpek Seyit” ile“Yürük İbrahim” durmadan kahkaha atıyordu. Onların bu hali “büyük hoca”nın hoşuna gitmişti. Oturduğu yerden doğrularak, “neşeniz bol olsun!” diye bağırdı. Yemekler sofralara dağıtılmaya başlamıştı. Şu an bütün köy halkı askere uğurlayacağı “kınalı kuzu”larına “asker yemeği” ikram ediyordu. Yüz yıllardır uygulanan şerefli ve kadim gelenek, muazzam bir atmosferin doğmasına sebep olmuştu. Bugün adı konulmayan bir bayram yaşanıyordu. (devam edecek)
Sağlıcakla kalınız..