HAFIZ İSMAİL (2)
Gecenin bir vaktiydi. Oğulları Ömer, feryat figan ağlamaya başlamıştı. Bebeğin sesiyle uyanan Hafız İsmail ve hanımı onu susturmaya çalışırken, birden bire kulakları sağır eden bir gök gürültüsüyle karşılaştılar. Hafız İsmail “Ey Rabbim! Bizi gazabınla öldürme, azabınla helak etme, bundan evvel bize afiyet ver.” Diye dua etmeye başladı. Hanımı gök gürültüsünden korkmuş olacak ki, Hafız İsmail’in elini sıkıca kavrayarak “Allah’ım afatından bizleri koru” Diye söylendi. Her şimşek çakışında odadaki karanlık, yerini aydınlığa bırakıyordu. Rüzgârın vahşi uğultusu, Ömer bebeğin incecik sesiyle birleşerek henüz bestelenmemiş bir şarkıya dönüşmüştü. Şiddetle yağan yağmur, kerpiç evin toprak damından sızıp hasır tavana yuvalanmıştı. Damlaların çıkardığı “Şıp, şıp” Sesleriyle irkilen Hafız İsmail ve hanımı; yataklarını evlerinin daha korunaklı köşesine taşıyarak ıslanmaktan kurtulmuştu. Gök gürültüsü kaybolmuş, yağmur biraz olsun dinmişti. Gözlerinden uyku akan Hafız İsmail ve hanımı, odalarının tüm alanının yağmur damlalarınca istila edileceğinden habersiz, yataklarına uzanarak derin bir uykuya dalmışlardı.
Sabaha kadar yağan yağmur köy meydanını küçük bir gölet’e çevirmişti. Bu su birikintisi meydanın yanındaki camiinin girişine kadar uzanıyordu. Camiye rahat girilemeyeceğini gören Hafız İsmail; öğle namazına gelen köylüleri yanına alarak birkaç yüz metre ilerdeki metruk binanın yanına götürdü. Cemaatten buradaki taşlardan caminin girişine yol yapmalarını istedi. Bir kaç kişi buna itiraz etmiş olsa da, çoğunluk Hafız İsmail’e hak vererek taşları camiinin önüne taşıdı ve su birikintilerinin olduğu yere düzenli bir şekilde yerleştirdi. Taşlara basarak ayakları ıslanmadan camiye giren cemaat, bu durumdan hoşnut olmuştu. Namazdan sonra cemaatten bazıları Hafız İsmail’e “Sağ ol hafız, biz yıllardır bu su birikintisini geçmek için camiinin duvarından atlayıp içeri girerdik. Meğerse buna hiç gerek yokmuş.” Diyerek teşekkür etti. Bunun üzerine Hafız İsmail; “Değerli cemaat, biraz önce camiinin girişine yerleştirdiğimiz taşlar, ayaklarımızı ıslatmadan camiye girmemize vesile oldu. Allah hepinizden razı olsun! Bu küçük bir örnek bizim için. Şimdi nasıl camii girişine döşediğimiz taşlar sayesinde rahatlıkla camimize giriyor isek, Dünya’dan göçtüğümüzde cennete de girebilmek için böyle bir yola ihtiyacımız olacak. O yolu buradan götürdüğümüz sevaplarla yapacağız. Onun için, çocuklarınızı mektebe gönderin ki, onlar Allah’ı, Kuran’ı, kul hakkını, iyiliği ve güzelliği öğrenip hem bu Dünya’da gurur duyacağınız evlatlar olsun, hem de öbür Dünya’da yaptıkları iyilik ve işledikleri güzel amellerle sizin cennete girmenize bir yol olsun, o yola döşeyebileceğiniz bir taş olsun.” Dedi. Cemaat Hafız İsmail’in bu konuşmasından etkilenmişti. Üç veya dört çocuğu geçmeyen mektep mevcudu ertesi gün on beş’e yükselmişti. Henüz okulların açılmasına bir aydan fazla zaman vardı. Cemal öğretmenle görüşen Hafız İsmail, mektep talebelerini de yanına alarak yeterli sayıdaki okul sırasını mektebe taşıttı.
Öğrenci sayısındaki artış muhtar Recep ağayı sevince boğmuştu. İhtiyar heyetini toplayarak, Hafız İsmail’in ödüllendirilmesini istedi. Hafız İsmail’in oturduğu ev onarılacak, dayanıp döşenecekti. Öyle de oldu. Kısa zamanda tamirat işleri başlatılarak, evin damı onarıldı. Evin avlusuna bir mutfak yapıldı. Mutfağa kap kaçak alındı. Giriş kapısı yenilendi. Tam takır olan eve yeni ev eşyaları alındı. Yerlere yeni keçeler serildi. Hafız İsmail’in ayakları sevinçten yere basmıyordu. Ne ev eşyası ne de evinin onarılması onu, talebelerinin artması kadar mutlu etmemişti. O ömrünü öğretmeye ve öğrenmeye adamış, yüreği heyecanla çarpan garip bir Allah aşığıydı. (devam edecek)
Dua ile...