Gönül erleri
Kalbinde merhamet çiçeklerini yetiştirmiş ve bu çiçekleri hiçbir zaman soldurmamış bu milletin topraklarında bir güneş gibi doğan ve yüzyılları aydınlatan, gönül çeşmelerinin doyumsuz kaynağından lezzetler sunan maneviyat erleri, bu millete ışık olmuşlar ve yolunu aydınlatmışlardır.
Bu erler ki, saltanat sahiplerini kendi hallerine bırakmamışlar ve her birinin gönül iklimine taze bahar olmuşlardır.
Bu topraklar, devlet adamına maneviyat önderi ile destek vermiş; fikir insanına delikanlı yüreklerle sahip çıkmıştır.
Gönül sultanından yoksun saltanat sahiplerinin ömürleri vefa etmemiştir. Ömrü vefa edenler de gönüllerde kalıcı olamamışlardır.
Gönül erleri, bu millete, Allah’ın bu topraklar kadar büyük bir lütfudur. Tesadüfi değildir ve aynıyla takdirdir bu nimet.
Sultan Alâaddin ısrarla davet etmiştir Mevlana’yı memleketine. Nasiplenme umuduyla feyzinden, bereketinden… Ki Mevlâna, bir güneş gibi doğmuştur ve yüzyılları aydınlatmıştır.
Yunus Emre, hem tâbi olmanın, hem de gönül almanın zirvesine çıkmıştır.
Osman Gazi, Edebâli’den ilham almış ve altıyüz yıllık bir cihan devletinin temelini bu ilham ile atmıştır.
Orhan Gazi, edebini, Dursun Fakih’ten aldığı terbiye ile zirveye çıkarmıştır. Yıldırım, Emir Sultan’da kendini bulmuş; İnsanlığın Serveri İki Cihan Peygamberi’nin müjdesine mazhar olmak için Fatih, Akşemseddin’in teknesinde yoğrulmuştur.
O Fatih ki, çağ açıp çağ kapatmış, bin yıllık Roma’ya son vermiş; hocasının dizlerinin önüne çökmeyi kendine şeref bilmiştir.
Bayezıd Han, sultanlığı ve veliliği cisminde birleştirmiş, Muhyiddin-i İskilibi’den nasiplenmiş; ömrü cihad ile geçen Yavuz Sultan Selim Han, hocası Kemalpaşazede’nin atının ayağından sıçrayan ve kaftanına yapışan çamuru kefenine süs bilmiştir.
Merkez Efendi’nin rahle-i tedrisinden geçen Kanuni, bir cihan padişahı olmuştur ve saltanatının gücünün bir karıncayı incitmeme hassasiyetine sahip olmaktan geçtiğini, şu olayla ne de güzel ortaya koymuştur:
“ Güzel bahçesindeki ağaçların yaprakları cansızlaşmaktadır ve durumu yakından gözler ve anlar: Karıncaların dalları sarmasından yaprakların sarardığını.
Aklına güzel bir fikirdir gelen, karıncaları öldürmek. Ama hassasiyeti tatbik ettirmez düşüncesini ve sorar Ebu Suud Efendi’den karıncaların öldürülmesinin neticesini.
Bulamaz hocasını yerinde ve bir not bırakır hocasının rahlesine. Hoca gelir ve bakar, bir soru vardır kağıtta ve cevabını yazar bırakır kağıdı rahleye. Kanuni tekrar bakar hocasına, hoca ayrılmıştır yerinden fakat bıraktığı notuna ilavelerin olduğunu görür ve okur notu:
Meyve ağaçlarını sarınca karınca,
Günah var mı karıncayı kırınca? (Kanuni)
Yarın Hakkın divanına varınca,
Süleyman’dan hakkın alır karınca.” (Ebu Suud Efendi)
Cevaptaki letafet, talebenin sorusunda aynıyla nezakettir ve bu rikkat, gönül erinden tahsil edilen terbiyenin ürünüdür.
Aziz Mahmud Hüdayi, üç sultanın gönül kumaşına nakşetmiş ve zor zamanların kolaylaştırıcısı olmuştur.
Sultan Abdülaziz Han Ahmet Cevdet Paşa’dan, cennet mekân Abdülhamit Han Ebu’l Hüda Efendi’den feyiz almışlar ve gönül dünyalarını imar etmişlerdir.
Bu topraklar Akifleri, Necip Fazılları, Sezai Karakoçları yetiştirmiştir. Bu fikir insanlarına delikanlı yürekler sahip çıkmışlardır.
Bugün bu dava adamlarının rahlesinden tedris almış insanların, devlet adamı olarak bu millete başı dik olmanın gururunu yaşatan ve dünyanın dört bir yanına merhamet çiçeklerinin tohumlarını eken liderler olduğunu görmek, ne büyük bir bahtiyarlıktır.
Rabbim bizleri maneviyat erlerinin yoksunluğuyla öksüz bırakmasın. Dünya saltanatının gönül erlerine tabi olmakla değer kazanacağına vâkıf olan liderler nasip etsin.
(Bu yazı 4 Nisan 2013 tarihinde yazılmıştır)