Erdoğan – Biden görüşmesi
Kamuoyu birkaç gündür görüşmeyi yorumlamayı bitiremedi. Öncesinde, yok efendim ‘görüşme 20 dakika planlanmış’; ‘ne kadar da kısa’; ‘bu bile görüşmeyi anlamsızlaştırıyor’ vs. tezviratlar. Daha da öncesinde ‘Biden kapıları kapattı, daha da görüşmez’ teraneleri. Sonrasında ise ‘net mesaj verilmedi’, ‘tam destek beyan edilmedi’, ‘F16 mevzusu da boş çıktı’ kabilinden laflar.
Oysa daha geçenlerde kaleme aldığımız ‘Zirve diplomasisi’ başlıklı yazımızda da belirttiğimiz ve dünya âlemin de bildiği gibi, bu türden görüşmeler ‘kilidi açmak’, ‘tıkanıklığı gidermek’ ve ‘ilişkilere yol vermek’ üzere yapılırlar. Hele de üçüncü bir ülkede, İtalya’da G20 zirvesi esnasında vuku bulması tarafların ilişkilere verdiği önemin bir göstergesi olarak değerlendirilir. Herkesin gözü önünde gerçeklemiş olması hasebiyle.
Mevzuyu başka mecralara çekmek mümkün olmadığı gibi çekenlere ekmek de çıkmaz.
Cumhurbaşkanı uluslararası sistem açısından vazgeçilemez bir lider olduğunu, Türkiye’nin de yabana atılır bir ülke olmadığını dünyaya göstermiştir. ABD gibi, Suriye, Ermenistan, Irak, Ege, Libya gibi istikrarsız ülke ve bölgelerde ülkemiz aleyhine tavır ortaya koyan bir ülkenin lideri 70 dakikasını ayırmış, Türkiye’nin eleştiri ve taleplerini dinlemiştir.
Görüşme öncesinde ve sonrasında mevzuya ne kadar vakit ayırdığını tahmin etmek zor değil.
İlişkilerin nasıl olduğu ya da bundan sonra ne şekilde ilerleyeceğinden ziyade, iki ülkenin görüşebilir, konuşabilir ve işbirliğini yürütebilir oldukları yönünde dünyaya güçlü bir mesaj verilmiştir.
Gayrısının bir önemi de yok.
Görüşmenin iç kamuoyuna yansımalarını önümüzdeki günlerde göreceğiz. Yakın zamanda sessiz, sedasız bir Amerikan heyeti gelir, ülkemizde görüşmeler yapar ve ilişkileri düzeltmek için çaba sarf ederse kimse şaşırmasın.
Daha bir hafta öncesinde büyükelçisi, devletinin Ankara’daki temsilcisi, istenmeyen adam ilan edilmenin kıyısından dönen bir ülkenin Başkanı ile görüşen bir liderden bahsediyoruz. Demek ki işler o kadar basit olmadığı gibi, Türkiye de bir kalemde silinip atılamayacak kadar güçlü bir devlet imiş.
Konuşulan mevzuları tahmin etmek zor değil: Ege ve Akdeniz’de gerilim, silah alımı ve ortak askeri üretime dair mevzular, Kafkasya’da atılmış adımlar, Fetö, Suriye, PYD ve YPG gibi meseleler…
Türkiye’nin Rusya ile Suriye üzerinden ve Ukrayna kaynaklı geriliminin, İran ile olan çekişmelerinin de farkında olduklarını varsayabiliriz. Anlıyorlar ki Türkiye hiçbir ülkeye yaslanmıyor, mutlak manada teslimiyet göstermiyor. Hak ve menfaatlerini savunabileceği mecralarda sessiz kalmıyor.
Dik durabilen ve bir elin parmaklarını geçmeyen bağımsız ülkeler içinde Türkiye öncü bir misyon üstlenmiş vaziyette. Kimileri sağa-sola çemkirip, haklı-haksız bağırıyor. Kimileri kendi iç işlerini düzeltememiş, sorunlarını halledememiş olmasından dolayı gürültü çıkarmakta ve saldırganca tutum ve davranış içinde.
Türkiye bunlardan olmadığını gösteriyor. Çin’e karşı da Rusya’ya karşı da AB ülkelerine ve ABD’ye karşı da aynı tepkileri verebiliyor.
Mevzunun bu kadar basit biçimde yorumlanması gerektiğini düşünüyorum. Önümüzdeki günlerde Türkiye’nin başına ‘açıktan’ bir şey gelmeyecek. Saldırıya maruz kalmayacak.
Ekonomik ve sosyal taarruzlar, eskiden olduğu gibi, devam edecek. Fetö’cüler algı operasyonlarını, PKK-PYD terör eylemlerini sürdürecek.
Yıllardır söylüyoruz: Bugün bir dünya savaşının içindeyiz. Topyekûn saldırılar devam ediyor. Ekonomimizi, savunma sanayimizi, altyapımızı ve daha da önemlisi sosyal birlik ve beraberliğimizi hedef almayı sürdürecekler. Sonra da üzüntülü dönemlerimizde bizimle ağlayacak, sevinçli günlerimizde bizimle gülecekler.
Biz onları ve içerideki işbirlikçilerini bileceğiz, onlar da bizi ve dostlarımızı. Post-modern dönem bunu getiriyor maalesef.
Biz de bu oyunu öğrendik, kuralına göre oynamaya başladık.
Sevindirici olan ve geleceğe güvenle bakmamızı sağlayan da bu zaten…