DIŞ POLİTİKA VE BAŞBAKAN
Yakın zamana kadar Ak Parti hükümetleri güçlü olduklarını düşündükleri dört başlığı ön plana çıkarırlardı. Bunları da ulaştırma, eğitim, sağlık ve dış politika olarak ifade eder, bu alanda yapılanları sıralarlardı.
Hakikaten de bu kamu politikası alanları çok önemli proje ve politikaların uygulamaya konulduğu, çok önemli başarıların elde edildiği alanlar olarak ön plana çıkmıştı. Kanaatimce bu alanlarda yapılanlar ve ülkenin kat ettiği mesafe hükümetin olduğu kadar ülkemizin de ihtiyaç duyduğu alanlar.
Üç seçimdir sadece ulaştırma vurgusu yapılırken, diğerleri sanki ikinci plana itiliyor gibi. Bence yanlış, dört başlıkta yapılanlar hala çok değerli.
Bu arada son dönemlerde uluslararası ilişkiler profesörü başbakan Davutoğlu üzerinden ve dış politika açısından hükümete yüklenme gayretleri göze çarpmıyor değil. Adeta bu politikaların mimarı olduğundan bahisle, dış politikayı ‘başarısız bir alan’ olarak lanse etme gayretleri var.
Dış politikada genel anlamda başarısız olduğumuzu düşünmüyorum. Ak Parti devri iktidarında ABD gibi bir güç gelmiş, Irak’ı doğrudan işgal ederek, Suriye’yi dolaylı bir şekilde yönetip, yönlendirerek bizimle zaman zaman farklı rekabetlere girmeye başlamış.
Kolay değil, onların menfaatleriyle bizim çıkarlarımızın çatışması. Sadece Amerika olsa gene işiniz kolay olabilecek. Bir de İngiltere, Fransa, Rusya, Çin gibi BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri ve etrafımızdaki entrikacı Pers etkisi var. Almanya, İsrail, Suudi Arabistan ve Mısır gibi güçleri saymıyorum bile.
Bütün bu konjonktürde atacağınız adım mutlaka birilerini ürkütür. Ya da onların atacakları adımlar bizi rahatsız eder.
Dış politika bir nevi ülke içinin ve diğer politikaların da aynası durumunda. Ekonomi, enerji, çevre ve sair politikalar dış politikadan bağımsız değil. Türk işadamları, müteahhitleri dünyanın her yeriyle iş yapıyor, bağlantı kuruyorlar. Dış politikada içeriyi etkiliyor, içeri de dışarıyı.
Ekonominiz almış başını gidiyor. Ülkeye farklı kaynaklardan çok ciddi bir döviz akışı var. Devlet başkanları, başbakanlar ve heyetler sürekli gidiş, geliş halindeler.
Kuşkusuz bunlar güç göstergeleri. Bunlar başbakan Davutoğlu tarafından çizilen vizyonun neticesi. Zira açık sistemler aynen bir testi gibi içindekini dışına yansıttıkları gibi dışarıdakileri de içeriye taşırlar. Bu anlamda ülkeye doğrudan yabancı sermaye girişi, turist dövizi, yabancı katkısı giriyorsa bu mutlaka dış politikanın bir etkisi olarak değerlendirilmelidir.
İçeriden dışarıya doğru bir kayma, hareketlilik varsa bu dış politikanın bir yansımasıdır.
Şehir diplomasisi denen şey bundan farklı değil. Eğer ülke diplomasisi güçlüyse, doğru yoldaysa şehir diplomasisi de güçlü oluyor.
Eğitim, sağlık ve ulaştırma alanlarına girmiyorum. Belki bunlarda da küçük eleştiriler yöneltilebilir, lakin değerlendirmeyi yapmadan önce ülkenin durumunun o dönemde nerede olduğunu hatırdan çıkarmamakta yarar var.
Bugünün gözlüğüyle dünü değerlendirmek son derece yanlış olur. Okullaşma oranları, sağlıkta atılımlar hele de ulaştırmada gelinen aşama hiçbir kuşkuya mahal bırakmayacak kadar açık başarı göstergeleri.
Bunlarda Prof. Davutoğlu tarafından ortaya konulan çerçevenin önemli etkisi olduğunu düşünüyorum. Dillerine Suriye’yi ve Libya’yı dolayanlar oynanmak istenen küresel oyunu göremeyenler.
Davutoğlu’nda bir problem yok. Problem küresel güç odaklarında. Onlar darbeci, katil Sisi’yi iktidara taşıyanlar, onlar gene katil Esed’i iktidarda tutanlar.
Ahlaki dış politika temelinde yürütülen ve hiç kimseye çelme takmadan, fair play şeklinde bir uluslararası oyun çıkarmak isteyen Davutoğlu üzerinden ülkemizi engelleme çabaları göze çarpıyor. Kısa vadede başarılı gibi görünenlerin sonlarının hüsran olacağını biliyoruz.
Kanaatimce dış politika Türkiye’nin hala güçlü olduğu bir alan.
Bunda başbakan Ahmet Davutoğlu’nun 2009’a kadar perde arkasındaki, o yıldan beri de önündeki aktör olarak payını bilmeyen yok.