Dinî ve Fennî İlimler Meselesi
Arapça’da “ilim, âlem, alem, alâmet” hepsi aynı kökten türemiştir. İslam tasavvurunda âlem, hem fizik ve hem de metafizik varlık alanını birlikte bütünleyici bir anlamlar dünyasına sahiptir. Bu anlamda “âlimü’l-gayb/duyuötesi” alan ve “âlimü’ş-şehâde/beş duyu organı ile idrak edilen alan”, İslam’ın varlık alanını ifade eder. İşte beş duyu organı ile idrak ettiğimiz bu varlık alanı, alîm olan Yaratanın varlığının belirtisidir. İlim de, varlıktan hareketle Var ediciyi bilme aracıdır. İslam kelamında buna “âlemden Allah’a” gidiş denilir. İslâm düşüncesinde ilim, sadece varlığın görünen, dokunulan nesneleri değil, bu nesnelerden hareketle görülmeyen, metafizik alanı keşfetme çabasını da içerir. Bu yönüyle ilim, bilim kavramını da içerir, ama bir yönüyle de bilim sözcüğünden ayrılır. Bilim, seküler bir kavram olup, sadece fenomen varlık alanıyla ilgilenir. Metafizik, onun kapsam alanının dışındadır. Olgular ve duyu-ötesi alanın bilgisine sahip olan insanlar, hayatı bir bütün olarak algılarlar. Din-dünya ayrımı yapmazlar. Bu anlayış, kendilerine ahlâki bir sorumluluk da yükler.
İslam’da âyet denilince tenzilî âyetler ve tekvinî âyetler aklımıza gelmektedir. Bu açıdan baktığımızda İslam’da, dini ilimler ve dünyevi ya da pozitif ilimler şeklinde bir ayrım yapılmaz. Kur’an sisteminde geçen “Âyet” sözcüğü, işaret/gösterge manasına gelir. Bu manada âyetler tekvînî ve teşriî/tenzilî ayetler olmak üzere iki kısma ayrılır. Tekvînî âyetler dediğimiz âyetlerin kapsam alanına yaratılmış gözle görülen, elle tutulan ve maddi olarak hissedilen tüm varlıklar girer. Başta insan olmak üzere, dağlar, taşlar, bitkiler, kuşlar, hayvanlar, gök cisimleri, hava, su, toprak, ateş ve bu varlıklarla ilgilenen anatomi, biyoloji, zooloji, psikoloji, sosyoloji, botanik, fizik, kimya, genetik, tıp, uzay bilimleri gibi tüm pozitif bilim dalları akla gelir. Her biri bir âyet olan bu ilim dalları Allah’ın varlığının göstergeleridir. Teşrîi/tenzili âyetler ise, bizzat tilavet edilen Kur’an âyetleridir. Tenzîli âyetlerde, kevnî âyetlere işaret edilmiştir. Ancak bu âyetlerden sonuç çıkarmak insana bırakılmıştır. Bu anlamda tekvînî âyetlerle teşriî âyetler arasında bir çelişki yoktur aksine birbirini ikmal ve itmam etmek vardır.
Sonuç olarak, İmam-Hatip Liseleri’ni açan muhteşem irade, iyi bir başlangıç yapmıştır. Bu liselerde din-dünya ayrımı yapılmadan hem ulûm-u dinîye ve hem de ulûm-u fennîye okutulmaktadır. Öğrenciye verilmesi gereken fizik ve metafizik alanındaki bu bağı kurmaktır. Biz hala bunu gerçekleştiremedik. Nazif Yılmaz hocanın Din Öğretimi Genel Müdürü olduğu yıllarda İmam-Hatip Liseleri’ni proje İmam-Hatip Liselerine dönüştürmüştür. Ben bu yeni yapılanmadan biraz ümitliyim. Ama yine de yeterli değil. Bugün yeni bir üniversite müfredatı üzerinde çalışılmalıdır. Kurulacak üniversitenin adı, Uluslararası İslam Üniversitesi ya da Uluslararası İslam, Bilim ve Teknoloji Üniversitesi de olabilir. Bu üniversite için fizik ve metafizik ilimleri birlikte sentezleyecek mükemmel bir müfredat programı hazırlanmalıdır. Beş yıllık süresi olan bu üniversitenin ilk iki yılı herkes için hazırlık dönemi olmalıdır. Kim hangi fakülteye giderse gitsin bu iki yılı ortak olarak okumak zorunda olmalıdır. Bu iki yılda başta Arapça, Kur’an, Kur’an ve hadisin anlaşılması, tarihte İslam Bilim Tarihi gibi dersler yoğun bir şekilde okutulmalıdır. Son üç yıl ise kim hangi fakülteye gidiyorsa gitmeli, din ve fen, fizik ve metafizik arasında bağlantı kurulan bir yöntem izlenmelidir. İşte böyle bir müfredatla buralarda yetişenler yeni ilmi keşiflere yelken açabilirler, diye düşünüyorum.