Bi dur da bak olan bitene
Yaratılmışların en akıllısı ve en üstünü olarak yaratılan sen “insan” olmaklığın verdiği tüm imkân ve yeteneklerin farkındasın değil mi? Misal; kavram üretebilme, isim verebilme gibi mümeyyiz bir vasfın var, yeni düzenler oluşturabilme gibi bir yeteneğin, düşüncelerini ifade edebilmek gibi bir özelin, küçük parçalardan büyük sistemler kurabilmek gibi bir becerin var… Diğer yandan hizmetine verilmiş bir dünya nimetine de hükmediyorsun.
Yaratılış icabı “insan” olarak her bir insanın aynı mümeyyiz vasıflarla var edildiğini biliyor olmalısın. Aklıselim her insanın dünya üzerinde aynı haklara sahip olması da kaçınılmaz bir vakıa değil midir? Yaşamak denen o büyük hak, hangi hal ve ne şekilde olursa layığınca tadılmış olur? “Yaşamak” dediğin şey kime göre anlamını bulur?
Sınırsız ve sorgusuz yaşamak arzusunda olan insan, hakiki bir lezzet alacak mıdır? Yaşamak nasıl olur da kimine göre savaşmak iken kimine göre keyif almaktır? Haz ve hız üzerine kurgulanmış yaşamak arzusu, hiçbir değer ve hiçbir ideal barındırmıyorsa, böyle yaşamanın nesine kani ve neyine teslim olacağız?
Çağın sözde cambazları daha çok tüketip daha çok harcamayı salık veriyor bizlere. Daha çok kazanmayı ve tüm kazancımızı yatırım yapmayı tavsiye ediyor şiddetle. Tasarruf etmek, kanaatkâr olmak, paylaşmak gibi hakiki gayeler, yeterince ve gereğince yer bulmuyor bu tavsiyelerde. Sistemin daha rahat işlemesi ve dişlilerin rahat dönmesi için yağdanlık vazifesini veriyorlar bize. Kazandıkça veren, verdikçe mutlu olan, ihtiyacı olanı gözeten bir kalbin sahibi olmak öteleniyor.
Hızla geçiyor takvimin sayıları ve bizim ona yüklediğimiz anlama göre akıyor zaman. “yarın” ve “istikbal” kaygısı düne bakmamıza mani oluyor, bugünün kıymet ve neşesini ıskalatıyor. Kıyısından köşesinden gözümüzün önünde yitip gidiyor bugünün güzellikleri ve muhabbetleri. Fenalıklar, kötülükler, savaşlar, yoktan yere kavgalar çoğaldıkça normalleşiyor tepkilerimiz. Çabucak dönüyoruz gündelik gailemize ve meşguliyetlerimiz kendimizden başkasına bakmaya engel oluyor.
İnsanın daha rahat daha müreffeh ve daha huzurlu olması için değil miydi tüm buluşlar, icatlar, araştırmalar ve dahası… Dünya insanı daha mı mutlu sahi? Mutlu olmak, huzurlu olmak, esenlikle olmak son çağın tavsiye ve düzeniyle olmadı gibi sanki. Kendini güvende hissetmeyen, ötekinin yaşamasına tahammül göstermeyen, merkezde “ben” olan, hodbin, bencil ve tahammülsüz bir kalabalık olmuşuz tespitini sadece ben yapıyor değilim sanırım.
Dünyevi ve gelip geçici heveslerin idealize edilmiş kalıplarına sokulmak istiyoruz. Daha az sorgulayıp daha çok harcamanın keyif vericiliği çekici ve cazip… Ağız tadı, muhabbet, mutmain bir kalp, sekine halinde bir yürek, ağır ve sade yaşamanın hafifliğini tatmış bir zihin… Neyi, neye göre tercih edecek insan? Sınırlı bir ömürde, sınırlı imkânlarla uçsuz bucaksız bir gönül huzuru ve sevincini tadabilmeyi neden göz ardı eder insan?
Kimi zaman ve hatta çoğunlukla, durup bir bakmak lazım belki de olan bitene. Kalp gözüyle sorgulamalı, insani ve vicdani bir nazarla bakabilmeli ve ahlaki prensiplerle tartabilmeli.