Aşk, sevilmek değil sevmektir
Küstahlık sayılmasın; fazlasıyla yanlış ve sakat bir aşk algımız var. Öncelikle aşk, sevilmek değil sevmektir. Rabbimiz bizleri "aşk" ile var etmiş ve nimetlendirmiştir. Birbirini seven iki insanın aynı evi paylaşmasının sevgi olması kuvvetle muhtemeldir; aşk ise iki gönlün, kollarını açarak birbirine doğru hesapsızca koşmaları, şikâyet değil, dua etmeleridir. Âşık olana bu dünya, buradaki sarılmalar ve bu dünya sohbeti yetmez. Aşk, var olanı yok saymaz, bilakis onun yürüyüşünü ceylana, kaşlarını hilale, dudaklarını güle, öpüşünü abıhayata benzetir; türkü yakar, mektup yazar, kendini dağlara vurur da ah etmez. Bu dünya rüya, bu dünya hepimizin içinde olduğu bir oyundur, bu oyundan çıkmak da öyle her babayiğidin harcı değildir. Kabul edelim ki bizler "yanmaktan" çok "konuşmakla" meşgulüz. Günümüzde aşk, hemen herkesin çiğneyip çiğneyip birbirine verdiği sakızdan başka bir şey değildir. Kuru gürültü tabiri de bu cümledendir. Fedakârlığın, sabrın, merhamet ve şefkatin sınırlarına gelmeden hangi aşktan bahsedebiliriz. Hem rahatımız bozulmayacak, hem her istediğimiz yerine gelecek, hem de âşık olduğumuzu söyleyecek, sevilirken kepçeyle isteyecek, severken kaşıkla verecek, sonra tutup süslü cümlelerle aşktan söz edeceğiz. İyiymiş!
Ayrıca aşk, kelimelerin çok ötesinde bir kavram ve yaşayıştır, binlerce yıldır yazılması ve söylenmesi de işte bu kelimesizliği biraz olsun aralamaya çalışmaktan başka bir şey değildir. Aşk, Resullulah’ın (s.a.v) kördüğüm gibi seviyorum demesi ve yine peygamberimizin Hz. Hatice’nin arkadaşlarına kurban eti göndermesidir. Aşk, “Beni tanımıyorsunuz, tanımanıza da gerek yok. Sevdiğim insanı sevindirmişsiniz. Çok teşekkür ediyorum.” diyerek üç cümlelik, isimsiz bir mektup yazmaktır. Aşk, bu dünyanın kalıplarını zorlayandır, onun için de zordur. Aslolan, varolan, olması gereken de sevgidir.
Aşk uzun, meşakkatli, arındıkça arınmanın ve dünyadan vazgeçmenin yoludur. Her gün el ele, kol kola, istediğin zaman sesini duyduğun, özlemeye fırsat bırakmadığın insan ile yaşadığına aşk denmez, sevgi denir. Sevginin gereklerini yapalım, aşkı başka bir diyarda!
Vermek ve Almak
Sevgi; verelim, dağıtalım diye bize verilmiş olandır. Vermeyenden, dağıtmayandan zorla ve ısrarla alamayız. Biz dönüp kendimize bakacağız. Ne kadar veriyor, ne kadar dağıtıyoruz. Başkalarını suçlamak ucuzluktur, gerçeklerden kaçmak ve yerinde saymaktır.
Bir de hak ediyorum meselesi var. Dostlar, eksik fazla söyleyebilirim. Şahsım ve yazdıklarım da hatadan ari değildir. Boşlukları “gönlünüzle” doldurun, aklınızla değil.
Hak etmek! Bizler, Rabbimizin hesapsızca ve sayamayacağımız nimetlerini hak ediyor muyuz, önce buna herkes kendi içinde, kendi vicdanın da cevap versin, sonra dönüp insanlara diyelim; “Ben bunu hak ettim!”, “Ben bunu hak etmedim!”
Bu şikâyet cümlesi genelde, “ben bunu hak etmedim!” şeklinde kullanıyor. Bu sözü her duyduğumda içimden kendime şunu sorarım. İbrahim, sen neyi hak ettin. Sahi, bizler, Rabbimizin nimetlerini nankörlükle kullanırken “hak etmeyi” aklımıza getirmezken, birileri ayağımıza basar basmaz hemen “hak etmeyi” hatırlıyoruz. Resulullah (s.a.v) Taif’te taşlanmayı, Mekke’de üzerine işkembe atılmasını hak etmiş miydi? Bizim hakkımızın hep kazanmak olduğu yanılgısındayız.
Kader
Sahi bizler kadere de inanıyoruz değil mi? Kader, sınanmak değil midir? Nerde nasıl ve kimler vesilesiyle sınanacağımızı da yüce Rabbimiz bilmektedir. Bizlere düşen, zamana ve insanlara takılmadan iyiye ve güzele, kalbimize doğru yürümektir. Sırtımızda dünya varken bırakın yürümeyi adım atamayız ve atamıyoruz da zaten. Yükümüz kalbimizde olursa ancak yürüyebiliriz. Yükü kalbinde olanlara selam olsun!
En olumsuz ve bitik halimizde yine unutmadıklarımız… Varlığı bize umut, varlığı bize şifa olanlar... Sarılamayacak kadar uzak, gözlerine bakamayacak kadar mahcup. Hep bir baharı, hasreti ve hatta ağlamayı hatırlatırlar. Dua, tebessüm, özlem bu insanlaradır.
Hemen hemen bütün güçler kibre ve küstahlığa kapı açıyor. Güç; makam, anne baba, para, cazibe ve hatta ilim. Güç; öne geçmek, baskın olmak, hesap sormak, yalvartmak, azarlamak… Güç; evlerimiz, arabalarımız, giydiklerimiz… Güç; sesimizin değişen tonu... Güç; sevgisizliğimizi ve merhametsizliğimizi kapatmaya yarayan her şey… Güç; Allah seni bildiği gibi yapsın!
Bir şehri güzel kılıyorsun. O şehrin sokaklarında adımlarımın sesi yok, olsun, o şehrin hava durumunu, sabahını, gecesini, havadislerini merak ediyorum. Sen orada olduğun için güzelleşen bir şehir var, çok uzak.
Bil istedim...
Bil istedim; kelimelerin duyguları gerçek yaptığını...
Seni çok seviyorum…
Sandığından çok… Hatta sandığının aksi…