Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
Prof. Dr. Ramazan Altıntaş Akıl ve Dindarlık İlişkisi

Akıl ve Dindarlık İlişkisi

Akıl, düşünme, bağıntı kurma, anlama, bilme, kavrama, soyutlama, benzerliklerin ve farklılıkların bilincine varma, çıkarsama yapabilme ve karar verme yeteneğidir. Kur’an-ı Kerim’de akıl, duyu organları aracılığı ile kendisine ulaşan bilgileri değerlendiren, olgular arasında nedensellik ilişkileri kurabilen (Nahl, 16/78), varlıkta gayelilik açısından doğru bilgiler ortaya koyabilen (Hacc, 22/46; Yâ-Sîn, 36/41-42), yaratılmış olması bakımından sınırlı bilgi verebilen (Âl-i ‘İmrân, 3/7) zihinsel bir kuvvettir. Kur’an’a göre, insanın en temel özelliği aklını kullanmasıdır.  Akıl, dini açıdan sorumluluğun temelidir. Akıl, insanın, Yaratıcısı ile bağ kurmasını sağlar.  Kur’an’a göre, insanın Allah’la  bağ kuramamasının temel nedeni, önyargılarının etkisinde kalmasıdır (Bakara, 2/170). İnsanın bu dünyada ahlaklı ve huzurlu bir hayat yaşaması ve öteki dünyada ebedi mutluluğu elde etmesi aklını doğru kullanmasına bağlıdır (Mülk, 67/10). İslam geleneğinde akıl; hakikatin bilinmesini sağlayan kaynak, insanın anlama, doğru ile yanlışı, iyi ile kötüyü ayırt etme yeteneğidir.

O halde ister adı, toplamak, birleştirmek anlamına gelen entelektüel,  isterse adı, hesaplamak anlamına rasyonel,  kısaca, ne tür akıl olursa olsun, tek kelime ile “akıl” dinde önemli bir yer tutar. Nitekim aklın dindeki yerini çarpıcı bir şekilde ortaya koyan şu haber çok büyük anlamlar taşıdığı kanaatindeyim. Hz. Ayşe’den rivâyet edildiğine göre o, şöyle demiştir: “Hz. Peygamber’e, “Ey Allah’ın Resûlü! Dünyada insanlar hangi şey ile birbirlerinden üstün olabilirler?” diye sordum. “Akıl ile” şeklinde cevap verdiler. “Peki, dedim, insanlar amelleri karşılığında bir muameleye tabi tutulmayacaklar mı?” Bunun üzerine o, “onlar, Allah’ın kendilerine vermiş olduğu akıl miktarınca amellerde bulunmadılar mı? Elbette, akılları miktarınca amelde bulunmuşlardır. Yaptıkları şey miktarınca karşılık göreceklerdir.

Biz bu rivâyetten insanların Allah’a akılları ölçüsünde kullukta bulunacaklarını amelî/pratik aklı anlıyoruz. Nitekim Ehl-i sünnet kelamının teşekkülünde büyük emeği geçen Hâris el-Muhâsibî (ö. 243/857): “Her zâhidin zühdü, bilgisi ölçüsünde, bilgi de akıl ölçüsündedir. Akıl ise, iman kudreti ölçüsündedir” tarzında ‘akıl ve mütedeyyinlik’ arasında sıkı bir ilişki kurar. Müellife göre, böyle bir imandan ilim ve akıl doğmaktadır. Akıl, imana eşit değildir. Çünkü akıl, Allah’tan meydana gelen ilmin gereği olarak, iman için bir faktördür. Ona göre Allah akılla bilinir, bilgi ile itaat edilir. Yani, akıl, bilgiden daha üstündür. Bundan dolayı o, zorunlu bilgiye ulaşmak için aklı, kesbî düzeye çıkarmaya çağrıda bulunur. Burada akıl, ilâhi hitabı anlamada bir âlettir.

 Dinin rûhunu anlamada aklın gelişip gelişmemesine göre farklılıklar ortaya çıkar. Bundan dolayı herkes kendi akıl seviyesine göre dini anlar, yorumlar ve davranışlarda bulunur. Şüphesiz olgun akıl sahipleri, gaye bakımından ilahi öğretinin anlamını ve anlam alanını daha iyi kavrayacaklardır. Esas olan aklımızı doğru bir şekilde yerli yerince kullanabilmektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Ramazan Altıntaş Arşivi