Muzaffer Dereli
Muzaffer Dereli 1970'lerin İslâm Gençliği

1970'lerin İslâm Gençliği

Örnek olsun gençliğimize. Dava kokusu gelirdi her yerden. O yılları özlüyor ve bu yıllara ağlıyor insan...

Yaşlandıkça hatıralar canlanıyor önümüzde. O günleri yaşayanlar çok iyi bilir.

Çocukluktan gençliğe adım attığımız yıllardı 1970'ler. Dava adamlarını o yıllarda tanıdık. Heyecan ve cihad aşkını onlarda gördük.

Dünyayı hiçe saymak ve Allah davasını en önde tutarak mücadele etmek, onların şiarıydı. Yazan, konuşan, meydanları ve salonları inleten onlardı. Sloganlar atarak coşkuyla haykıran, dinleyen ve okuyan da bizlerdik.

Örnek almıştık onları. Artık 15/16 yaşlarında bizler de anlatıyor ve yazıyorduk. Bitmek bilmeyen bir enerji ile.

Necip Fazıl'ı dinlerken; "üstad, üstad" diyerek, heyecanına heyecan katardık. Kadir Mısıroğlu "lâdînî"liği anlatırken, masayı yumruklardı. Abdürrahim Karakoç'un, "Hak yol İslâm yazacağız" şiirini meydanlarda haykırırdık.

"Diriliş" dergilerinin abonesi olarak, büyük bir merakla gününü beklerdik. "Sebil" ve Büyük Doğu" da ısrarla gözetlenirdi. Belli gazeteler ise, her gün takip edilirdi.

Bir de maneviyat erleri vardı gönül âlemimizde. Mahmud Sami'ler, Zahid Kotku'lar, Tahir hocalar ve Timurtaş hocalar. (R.al.ecm.)

İki kanatlı kuşlar gibiydik. Her iki yöne de uçardık. Daha nice alimler vardı gündemimizde.

İHL hocalarımızdan istifade ederken, dışarıdaki alimleri de ihmal etmezdik. Hafta sonları onları dinlerdik. Bir yandan da en iyi "kari"lerin Kur'an okuyuşunu ya bizzat ya da kasetlerden dinler ve onları taklid etmeye çalışırdık. İmkân olursa ders alırdık.

Meşhur vaiz ve hatipleri de dinlerken onların ses tonu, jest ve mimiklerini almaya gayret ederdik. Ezberlemişiz adeta onları.

Diğer yandan, siyaset sahnesinde de yerimiz vardı. Koşardık onlarla köy ve kasabalara. Yarım asır sonra bunlar hatıralarımızda canlanırken, ne büyük bir hazine içerisinde olduğumuzu, şükrederek yaşıyoruz yeniden.

Bu günkü neslin ise, nasıl da fikir ve dava fakirliği içerisinde olduğunu görüyoruz.

En güzel hikâyeleri dinlerdik, loş lamba ışığında çocukken büyüklerden. Sonra biz okur olduk yüzlerce hikâye ve romanı. İyilik, hayır ve şefkat ile cihadı öğrenmişiz onlardan. Fetih marşlarını, fetih romanları okurken almışız. Bunun farkında bile değildik.

Camilere koşardık her mekânda. Hocalarımızla beraber olurduk. Müezzinlik yapardık aşkla.

Dava adamlığını ortaokul yıllarında kabullenmişiz. Sol görüşlü öğretmenlerle tartışırdık. Ama bunun da bir edebi vardı. Ne onlar, ne biz haddi aşmazdık. Yine de okul hizmetlerinde bizi tercih ederlerdi. Tebrik bile ederlerdi. Zira dürüstlüğü ararlardı.

Takdimler yapardık konferanslarda. Öncesinde İstiklâl Marşını ezbere okurduk yürekten. Başka bir şiir daha ki, "Sakarya" meselâ ya da; "Konsun Pervazlara Güvercinler, Hû Hû'lara karışsın Âminler!"

Doruk noktaya ulaşırdı heyecan.

Talebe dernekleri açardık.

"Kızıl Pençeyi" sahnelerdik. "Hz. Ömer'in (r.a.) Adaletini seyrederdik.

Yetmez, piyesler yazar başrol oynar ve yönetmenlik yapardık. Sokaklarımız, "Huzur Sokağı" olurdu.

Ayrıca özel dualar alırdık. Anne - baba, dede - nine, akraba, konu komşu, hoca ve salihlerden. El öper gönülden dua isterdik. Onlardan nice muratlara ererdik.

Âh o günler!

Susuz kaldı gençlik şimdi. Azıksız ve gıdasız kaldı. Dünyaya dal(dırıl)dı. Hedefi saptırıldı.

Radyo ve tv ler başlayınca, oradaydık biz 1990'larda. Asla ihmal edilmemeliydi onlar. Gece ve gündüz koşardık program ve sohbetlere. Sahurlarda canlı yayınlardaydık.

Oralara pahalı olmazdık. Kendi imkânımızla gider gelirdik. "Ücretimiz "Âlemlerin Rabbi Allah'a aid" idi. Buna hiç bir dünyalık karışmamalıydı. Çünkü, ihlâsı mahvederdi.

Yazı ve şiirlerimiz çıkardı gazete ve dergilerde. Daha lisede. Sonra ise kitaplar...

Sohbet ederdik teneffüste bile bizden küçüklere. Her teneffüste beş on genç olurdu yanımızda. Zil çalıp sınıflara girinceye dek.

Dalardık bazen "İlahi Armağan, İhya ya da Tenbihü'l- Gafilin" sayfaları arasına. O manevi zevk asla anlatılamazdı.

Bir yandan da koşardık Risale-i Nur sohbetlerine. Yazıcılara da varırdı yolumuz. Görüntülü masalarla evler açardık talebelere.

Her cuma bir camide ya vaaz ya da hutbemiz vardı bizlerin daha lisede iken. Asla boş geçmezdi. Bazen, kürsüleri kırarcasına heyecanlanırdık.

Unutamadığımız musiki hocalarımız vardı. Aşk ve sevda yüklü. Ne güzel ilahiler öğretirlerdi bizlere.

Ezanlar okuturlardı ki, biz de her mekânda müsaade edildikçe ilahi söyler ve Ezan-ı Muhammediyyeyi okurduk aşkla. Mümkün olursa, minareden de söylerdik ilahileri Ramazanlarda.

Hele o Ramazanların tadı başkaydı. Teravihler bambaşka idi. Her selâm sonrası coşkuyla söylenirdi Salâvat-ı Şerifeler.

Bizim neslimiz, Rasûlullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem Efendimize âşıktı. Mübarek ismi geçince, eller göğüslere gider, gözler yaşarırdı. Büyüklerimizden öyle görmüştük. Âlim ve salihler zaten öyleydi. Ama en günahkâr bilineni de, bu hürmette idi. Nasıl anlatalım ki?

Hele, O'nun diyarından gelenlerin anlattıklarına hayran kalırdık. Asla doyamazdık.

Allahümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammed.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Muzaffer Dereli Arşivi