Yine şiir
Keşke bir şiir okumuş
Bir kedi sevmiş olsaydınız
Belki bu kadar kirletmezdiniz dünyayı…
Turgut Uyar
Şiir, şiir, hep şiir… Şiir yazmayı, şiiri yazmayı seviyorum; bu gerçek. Ancak ısrarla şiirin üstünde durmam, önemine dikkat çekmem, altını çizmem sadece şiiri sevmemle ilgili değil. Dünyanın bugünkü içinde bulunduğu kaosun esas nedeninin ana kaynağı insanların şiiriyetten uzaklaşmasıdır kanımca. Buna itiraz edenler olabilir; dinden, imandan, adaletten, sosyal kavramlardan ya da başka birtakım argümanlardan söz edilebilir. Benim hiçbirine karşı bir itirazım olmaz, zira bu söylenenlerin hepsi de güzel bir dünya için gereklidir. Ancak şiiriyetini kaybetmiş bir yürekle bu söylenenlerin birine dahi yaklaşılamaz. İçinde duygu olmayan bir iman, içinde vicdan olmayan bir adalet, içinde sevgi olmayan sosyal bir bakış açısı asla bir başarı sağlayamaz, asla insanı düzlüğe çıkaramaz, dünyayı huzura kavuşturamaz. Şiiriyet işte tam da bunları sağlar.
Yves Bonnefoy, “Şiir, hiç bitmeyen bir görev ve içimizde kalan şeyin ne olduğunu beraber düşünerek bizi onu bulmaya sevk eden ve aynı zamanda hakikate dayalı bir toplum kurmamıza katkı sağlayan devamlı bir arayıştır.” Evet, bir milletin şairleri, o milletin kaybettiklerini hatırlatmıyor ya da hatırlatmakta aciz kalıyorsa orada büyük bir beka sorunu vardır. Arif Ay, “Beka, sekiz şeritli yollarda, hızlı giden trenlerde değil, insanın acısını dindirecek, onun Allah’la buluşmasını engelleyen engelleri ortadan kaldıracak sanat, edebiyat ve kültür çalışmalarındadır.” der. İşte dünyayı kurtaracak bir toplum oluşturmanın yolu buradadır. Şiiriyetini kaybedenlerin, sanatı, edebiyatı ve de kültürü ayakta duramaz. Bireyleri bireyselleşmiş, millet olma özelliğini kaybetmiş, vatan sevgisini yitirmiş toplumların başarılı olma imkânı yoktur. Şöyle bir aynaya baktığımızda kendi yüzümüzde eğer bir yalnızlıktan başka bir şey göremiyorsak fert fert, bu topraklarda yitik bir ruhun olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. O ruh geri gelmedikçe, ayağa kaldırabileceğimiz bir beden olabilir mi? İşte o ruhu tekrar bedende hissettirecek bir şiiriyet gerekiyor bugün bize.
“Şiir bir yaşama biçimi değildir. Bütün yaşamalar şiirin bir biçimidir.” Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın bu sözü belki iddialı ve bizim buraya kadar anlattığımıza ters gibi görünebilir. Ancak şunu unutmayalım ki hiçbir yaşama düşünülemez ki içinde şiir olmasın. Eğer bugünkü yaşamı eleştiriyorsak, şikâyet ediyorsak, bunun bir yaşama olmaktan çıkıp başka bir şeye dönüşmesindendir. Dolayısı ile çağımızda toplumsal bir yaşamadan söz edemeyiz. Olsa olsa kötü bir yaşamak taklidinden ibarettir bu bütün olup bitenler. Bebeklerin, çocukların, kadınların, masumların, engellilerin, yaşlıların, hastaların, hastanelerin, ambulansların, kısacası yaşama alanı olan şehirlerin üzerine bombalar yağan bir dünyada, bunu yapanları, yapmayanlar seyrediyorsa buna yaşamak denilebilir mi? İnsanlık bir uçurumun kıyısına yığılmış ve orada gülüp eğlenmeye, hazlarını son toprak parçasına kadar gamsız ve gailesiz bir şekilde yaşayıp duruyor. Beni sokmayan yılan bin yıl yaşasın düşüncesinden kendini kurtarmak şöyle dursun, yılanı haklı bulmak için bin bir söylem üretiyor. Oysa uçurumun kenarında olduğunu bir görebilse, yılan zehrine belki bir çare bulunabileceğini ama derin uçurumlardan düşmenin kurtuluşu olmadığını bir görebilse!
Peki bundan sonra ne yapılmalı? Öncelikle yaşadığımız hız çağından sıyrılıp, oturmalı ve aklı selimle düşünmeli. Sonra toylukla deneyimli olmak arasındaki farkı idrak etmeli. Buraya nasıl geldiğini, bu uçurumun kenarına gelirken hangi yollardan geçtiğini hesaplamalı. Her yeniliğin, her özgürlüğün, her ilerlemenin doğru olmayabileceğini anlamalı. Mehmet Kaplan, “Yeni olmak isteyenlerin eskiye büyük ihtiyaçları vardır” diyor mesela. Eskide kaybolmadan, ama oranın kendine verdiği tecrübeyi kullanarak bir strateji geliştirmeli. Bu yolu belirlerken de sadece aklın önüne koyduğu verileri değil, aynı zamanda kalbin, vicdanın ve ruhun tecrübe ve öngörülerine de müracaat etmelidir. Dediğim gibi önce durup oturmalıdır, bütün bunları düşünmek için. Çağımız, hızın ve hazzın zirvesindedir bu bulunduğumuz uçurum da bu zirvenin ta kendisidir. İnsan kendini kurtarmak isterse, yaşadığı dünyaya bakmalıdır. Ancak bunu yaparken sadece gözlerini değil kalbini de bir göz gibi açıp öyle bakmalıdır. Aklın unuttuğunu kalp hatırlatacaktır. Yeter ki biz onu dinleyelim. Yeter ki biz kaybettiğimiz şiiri, şiiriyeti tekrar bulalım. Gün bitimlidir, eğer bir acelemiz olacaksa bunun için olmalı.
Sevgiyle kalın.