W FOR WENDETTA
Özgecan’ın annesi tek bir şey istiyorum demiş Cumhurbaşkanına; ‘’ kızımın kanı yerde kalmasın.’’ Faraza, şöyle bir diyalog mu? gerçekleşmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan başınız sağolsun demiş, anne Songül Aslan’da ‘’başımız sensin, çok şükür sağsın, gereğini yap. Kızımın kanını yerde koma. Mı demiştir. Daha geçen hafta hukukla kanun aynı şey değil ben hukuktan yanayım dememiş miydin. Hukukla kanun arasındaki farkı ortadan kaldırmaya buradan başla o zaman… Tuhaf bir ironiyi sineye çekiyoruz. Vahşice işlenen cinayetlere, kanunların öngördüğü, mahkemelerin kestiği cezaların adalet olduğuna kimse inanmıyor. İktidar sahipleri dahi, sıradan vatandaşlar gibi Allah’tan bulsun demekle yetiniyor. ‘’Üzgünüm hanımefendi, demokrasilerde yasaları parlamento yapar ben sadece Cumhurbaşkanıyım.’’ İstesen pekâlâ yaparsın. Toplumsal destek de arkanda. Hiçbir siyasi parti de mevcut durumun devamını savunmaya cesaret edemez. Ama Avrupa birliği normları bağlıyor seni. Hem nasıl bağlıyor. Ne demiş Sayın Cumhurbaşkanı: En üst sınırdan ceza alması için elimden geleni yapacağım. En üst sınır ağırlaştırılmış müebbet hapis olsa gerektir. Hoş bu da Avrupa birliğini tatmin etmiyor. Her mahkumun özgürlük umudu olmalıymış. Müebbet hapisler en fazla 20-25 yılda bitmeliymiş.
Bitiyor zaten. Adı infaz yasası oluyor, siyasi af oluyor, çok geçmeden katiller toplumun arasına geri dönüyor. Son cümlede bir paradoks mu var. Cezanın, aynı suçun tekrar işlenmesini önlemesi gerekmez mi. Hapishaneden çıkanın islah olmuş olması ? Maalesef; hapishaneler suçlu üretme sistemlerine dönmüş durumda. Mahkumlar toplumun arasına döndüklerinde suçları üzerlerine yapışık halde dolaşıyorlar, çünkü toplum, bu salıverilmenin adalet olduğuna inanmıyor. Ve salıverilen her mahkum, ister cezasını çekmediğinden deyin, ister toplumsal cebir altında olduğundan, suç ortamlarına geri dönüyor.
Modern hukukta her türden suçun tek karşılığı hapishane. Ne bulunmaz nimet imiş. Islah etmiyor, suçu engellemiyor, ne işe yarıyor. Foucoult haklı galiba. Sadece standart dışı bireylerin denetim altında tutulmasına yarıyor. Okul, kışla, hastane, hapishane. Hepsinin ortak işlevi toplumdan ayrıştırılarak birey haline getirilmiş insanın devlet tarafından denetim altında tutulması. Modernleşmenin tarihi bir bakıma, toplumsal bir varlık olan insanın birey haline getirilmesi sürecidir. Bireyselleşme, bir yönüyle insanı bütün toplumsal bağlardan kurtararak, Allahtan korkmaz, kuldan dahi utanmaz varlıklara dönüştürürken, diğer yönüyle her türlü art niyet karşısında savunmasız bırakıyor. Modern devlet bireyleşen insana istediği kıvamı vermek için denetim kurumlarını kullanıyor. Hapsettiği insanların islah olup olmaması modern devlet aklının umurunda bile değil.
Ve hiç kimsenin umurunda değil, Özgecan’ın annesinin adalet talebi. Sosyal medyada üç-beş süslü paylaşım, üç gün sonra her şey unutulup gidecek. Çünkü hepimiz birey olduk. Yani devletin denetim mekanizmaları tarafından ehlileştirilmiş modern köleleriz hepimiz. Özgürlük, adalet gibi kavramlar- ucu bize dokunmuyorsa- gündemin dışında. Millet’tik ne güzel, topyekun bir yürektik. Ateş bir yere düşse, binlerce yüreği yakardı. Yüreğimize ateş salmaya cesaret te yürek isterdi o zamanlar. Birey olduk. Şimdi herkes kendi derdinde. Başörtüsüne özgürlük için yürüyenler, Özgecan’ın kanı için yürümüyorsa başka söze hacet yok.
Adalet te boşluk kabul etmiyor. Yasalarla belirlenen cezalar toplum vicdanını tatmin etmediğinde adalet arayışı başka mekanizmaları devreye sokuyor. Kan davası ve mafya hukuk boşluğunun doğurduğu sonuçlardan ikisi. Toplumsal vicdanın talebi belli. Kana kan istiyor, kısas istiyor ve sen yapmazsan ben yaparım diyor. Herkesin adaleti kendi eline almaya kalkması kaos demektir. Belki de adil bir düzen için kaos köprüsünden geçmek gerektir. W For Wendetta.