EV SAHİBİNİN SUÇU
Ne gündü ama. Önce elektrikler kesildi. Buna bağlı olarak suların da kesik olduğu haberi geldi evden. İnternet ve telefon bir var bir yok. Derken Çağlayan adliyesine baskın yapıldığı haberi geldi. Nihayet Balyoz sanıklarının tamamının beraat ettiği. Gün boyu elektrik kesintisinin sebep olduğu kaos akşam saatlerinde yerini Çağlayan adliyesinde ki terör saldırısına bıraktı.
DHKP-C güya, Berkin Elvan’ın hesabını sormak için gerçekleştirmişti bu eylemi. Koskoca bir yalan. Kendi propagandaları için Berkin’i kurban ettiler. Berkinin bedenini suiistimal ettiler. Şimdide ölümünü suiistimal ediyorlar. Berkin’in ölümünü elverişli bir propaganda malzemesi olarak kullanıyorlar. Azıcık akılları ve vicdanları varsa 15 yaşında bir çocuğu cepheye sürmenin yanlışlığı ve başka Berkinlerin ölmemesi üzerine kafa yorarlar. Romantik, umutsuz bir âşık gibi ölmenin öldürmenin hiçbir işe yaramadığını artık kavrarlar. 21. Yüzyılda politikleşmiş askeri savaş stratejisinin, derin odakların taşeronluğundan başka bir yere çıkmadığını anlarlar.
Ve keşke bilseler devrimden önce aşk/ hayat yok diye bir şeyin olmadığını, Ahmet Kaya’dan mülhem, aşkın/ hayatın, şehirlere bombalar yağarken bile var olduğunu.
Bu olay bir kere daha gösterdi ki Türkiye bazı açılardan hala eski Türkiye. Çağdaş bir ülke olmak, çağdaşlığın görünür sembollerine bürünmekle olur zannediliyor hala. Bu görünür semboller bir zamanlar kılık kıyafet olarak algılanmıştı. Şimdilerde hızlı trenler, metrolar, Marmaray, Aksaray olarak sunuluyor. Güvenlik, sağlık ve eğitim sistemi çökmüş bir ülke marsa gitse ne yazar.
Bu ülke hala, yangından sonra gelip küllere su serpen itfaiyenin ülkesi. Asansör çakıldıktan, ya da maden göçtükten sonra artırılan denetimlerin ülkesi. Avukat cüppesi giymiş herkesin elini, kolunu sallaya sallaya savcıların odasına kadar girebildikleri bir ülke. Hayatı pamuk ipliğine bağlı insanların ülkesi. Devletin asli görevi vatandaşının can güvenliğini sağlamak, ülkenin güven ve huzur içinde yaşanılabilir bir ülke olmasını temin etmek değil midir? Devrimci bir söylem karşısında ki en bildik tepki, ‘devlet olmasa evinde huzur içinde oturamazsın, işinde huzur içinde çalışamazsın’ nutukları değil midir? Hangi huzur, hangi güven. O savcının çocuklarına ölmüş militanlar mı hesap verecek. Bu topraklar üzerinde bir devlet var mı? Evet var. Devletin varlığı aldığı vergilerden, kestiği cezalardan, millete çizdiği sınırlardan belli. Ama aynı devlet vatandaşının eğitimi söz konusu olduğunda yok. Sağlıkta yok. Güvenlikte yok. Hasıl-ı kelam; devlet aynı devlet; şalvarı şaltak / eğeri kaltak / ekerken yok, biçerken yok / yerken ortak devlet.
Doksanlı yıllarda bir protesto eyleminden sonra nezarete atılan bir dostum anlatmıştı: Nezarethanede, cami halılarını çalarken suçüstü yakalanan bir hırsızla berabermiş. Bak hemşerim demiş; senin hiçbir suçun yok, tek suçlu, seni çalmak zorunda bırakan sistem. Nasreddin Hoca gibi hırsızın hiç mi suçu yok demeyin. Bütün suç hırsızın mı, siz onu söyleyin.