İSTİKLAL SAVAŞI
Bizim cenahın kadim yargısı Türk Ordusunun görevinin ülkeyi dış tehditlerden korumak değil, iç düşmandan korumak olduğu idi. Bunun çok makul bir gerekçesi vardı. Laik, Kemalist Cumhuriyet milletin bütün değerlerini hiçe sayarak millete rağmen kurulmuş ve varlığını perçinlemek için kendine bir millet yaratmayı iş edinmişti. Bir başka ifadeyle yeni devletin asıl vizyonu bir millet yaratmak idi. Muassır medeniyet seviyesi yalanı, asıl vizyonu gizlemeye yarayan bir perdeydi sadece.
Türk ordusu doksan yıllık tarihinde ya darbelerle, otuzüçkurşunlarla namlusunu millete yöneltti ya da dünya sistemini elinde bulunduranların hesabına, uluslararası koalisyon güçlerinde yer aldı. Bunun tek istisnası Kıbrıs Barış Harekâtı. Zamanla milletin bir kısmı bu durumu iyiden iyiye kanıksamış olacak ki, ordunun; herhangi bir ordudan beklendiği üzere milleti dış tehditlerden korumaya yönelik hareketlerinden rahatsızlıklarına, ibretle şahit oluyoruz.
Yine ibretle şahit oluyoruz ki ordunun sadece hareket tarzı değil, son dönemdeki zihniyet değişikliği de, bu zevatı ziyadesiyle rahatsız ediyor. Süleyman Şah’ın türbesi başında dua eden asker görüntüsü CHP milletvekili Hüseyin Aygün’ün tepkisine mazhar olmuş. Bunlar Türk modernleşmesinin ilk muallimi olan orduyu pek severler; İçkili salonların, maskeli baloların ordusunu. Asker oğlunu ziyarete gelen anneyi sırf başındaki örtü yüzünden kışlaya sokmayan orduyu. Ve bir paşanın günah çıkartan ifadesiyle, şehit cenazelerinde bile namaz kılmayan, cenazeye uzaktan bakan orduyu.
Aslına bakarsanız; mehter marşıyla yürüyen, namaz kılan, dua eden ordu aslına rücu etmektedir sadece.
Hüseyin Aygün gibilere tavsiyemiz dönüp dönüp İstiklal Marşını okumalarıdır. ‘Kahraman ordumuza’ ithafıyla başlayan İstiklal Marşı ; ‘Ruhumun senden İlahi! şudur ancak emeli / değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli / Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli / Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli’ mısralarıyla Cumhuriyetin hangi ordu tarafından hangi niyetlerle kurulduğunu açıkça göstermektedir. Çanakkale’yi de, İstiklal harbini de kazandıran, cephedeki askerin imanı, namazı, duasıdır. Cumhuriyeti Kuran gerçek irade budur. O günlerde bütün dünya hasta adamdan doğan Türkiye Cumhuriyetini İslam’ın son şahlanışı olarak okumuştur. Lakin dış mihrakların ve içerdeki hainlerin çabaları galip gelmiş, süreç içerisinde dünyayı bile şaşkına çeviren bir dönüşüm gerçekleşmiş ve bambaşka bir devlet ortaya çıkmıştır.
Tarihi günler yaşıyoruz, tarihin yapraklarına geri dönmüş gibiyiz. Yeni bir milli mücadele, yeni bir İstiklal Harbi veriyoruz. Tıpkı ilkinde olduğu gibi; güçlü olmak yetmez, aynı zamanda uyanık olmamız gereken günler. Çünkü süreç ayniyle tekrar ediyor. İttihatçılarda, İngiliz / Amerikan muhipleri de, Kürt Tealicilerde çalışmaya devam ediyor. O günlerden öğrenmiş olmalıyız ki düşmana diz çöktürmek yetmez, hainlerde diz çökmeli. Hiçbir ihanet cezasız kalmamalı, hiçbir ceza ertelenmemeli.
Ve İstiklal Marşının kılavuzluğunda, alçakların hayasız akınlarına gövdemizi siper ederek, Hakk’ın va’dettiği günlere umutla bakarak sürdürmeliyiz bu kutlu savaşı.