Musab Seyithan
Musab Seyithan Suriye Lideri Ahmet eş-Şara’nın Kravat Takma Meselesi

Suriye Lideri Ahmet eş-Şara’nın Kravat Takma Meselesi

Suriye lideri Ahmed Hüseyin eş-Şara veya takma adıyla Ebu Muhammed el-Cevlani, Suriye’nin, 61 yıllık dikta Baas rejiminin 8 Aralık 2024’te çökmesiyle birlikte, önceden cephede sarıklı ve cübbeli sürdürdüğü mücadelesini, diplomatik görüşmelerin başladığı şu günlerde cübbe ve sarığını çıkarıp takım elbise giymiş ve kravat takmıştır. Kravatlı ilk diplomatik görüşmesini de Hakan Fidan’la yapmıştır.

Televizyon kanallarında yapılan açık oturumlarda kravatlı bu değişim, özellikle laik-kemalist kesim tarafından çok dillendirildi. “Efendim, düne kadar sarıklı ve cübbeli olduğu halde bugün takım elbise giymesi, yönünü Batıya döndüğü anlamına gelmez. Bunda samimi değildir. Bana inandırıcı gelmiyor. Kafasının arkasında Şeriat devleti özlemi varken kravat taksa ne yazar? Kravat, radikal dinciliğini gizlemez” misüllü laflarla, ancak “Şeriat” kelimesini duyunca “aslan görmüş merkepler” gibi ürkenlerin ağzından dökülebilecek ya da laikler tarafından ifade edilebilecek bu cümlelerle bizleri günlerce meşgul ettiler.

Cumhuriyetin laik-kemalist tosuncukları, Suriye’de kurulacak yeni devletin, aynen Türkiye gibi anayasasında “İslam” kelimesi yazmayan, Kur’an hükümlerini yasaklayan, Allah’ın hükümlerini isteyen Müslümanların hapiste çürütüldüğü bir zamanların meşhur 163’üncü maddesi gibi bir maddenin bulunduğu, “Değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez” kaydıyla koruma altına alınmış “Laiklik” maddesinin anayasasının ilk dört maddesinden biri olduğu, Rize’de olduğu gibi şapka giymeyenlerin idam edilebileceği ceza kanunlarının bulunduğu, İslam’a savaş açmış bir devlet modelinin olmasını istemektedirler. Utanmasalar 5816 sayılı koruma kanununu bile ceza kanunlarının arasına koymalarını talep edecekler.

Efendiler! Heyecanlanmayın. Müdahil olmayın. Onlar işini bilir. Sizin Batıya ipotekli aklınıza ihtiyaçları yok. Batıdan neleri almaları gerektiğine bırakın da onlar karar versin. Kılıçtaroğlu cumhurbaşkanı olsaydı sizin talepleriniz ma’kes bulurdu. Ama Suriye’ye rehberlik eden akıl belli. Onların da o akla kulak verecekleri de belli. Size, kininizle parmaklarınızı ısırmak düşer. Yüce Allah Hayat Kitabımızda Müslümanların başarısını gördüklerinde kin ve hasetlerinden parmaklarını ısıran kâfirlere; “Kininizle geberin” buyuruyor. (3/Âl-i İmran:119). Siz de öyle yapın.

Şu bir gerçek ki, insanlarla iletişimi sağlıklı bir şekilde kurabilmenin yollarından birisi de, gözlerine hitap etmektir. İyi bir imaj ve düzgün bir kıyafetle önce muhatabın gözünden kalbine giden yolda etkili bir koridor oluşturmak gerekir. Çünkü göz, kalbin elçisidir.

Cübbe, sarık, takım elbise ve kravat meselesine dönersek: Demek ki, Suriye kurtuluş lideri Ahmet eş Şara, “İletişimin önünde eğer cübbe ve sarığım engelse, işte takım elbise ve kravatlı halim. Önemli olarak davamdır. Kılık kıyafeti davamın önüne engel olarak koymam” demiştir. Bunda yadırganacak ve samimiyet testine tâbi tutacak bir durum söz konusu değildir.

Şunu baştan belirtelim ki, İslam dini erkek kıyafeti ile ilgili hiçbir standart getirmemiştir. Sadece “sarıkla kılınan namazın sarıksız kılınandan daha faziletli olacağına” dair hadis diye rivayet edilen haberler vardır. Bunlar da “Mevzudur” ya da “sabit değildir” damgasını yemişlerdir. (Bak. el-Münavi, Feyzu’l Kadir, 4/37; İbni Hacer, el-Heytemi, el-Fetava’l Kübra, 1/170; Aliyyü’l-Kari, el-Esraru’l Merfua, s.233; Muhammed Tahir b. Ali el-Hindi, Tezkiratü’l Mevzuat, s.155.)

Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, Fıkıh Usulü adlı eserinde Peygamber (s.a.v)’in fiillerini üçe ayırmış, “İnsanlık icabı ve Arabistan’da yaygın olan geleneklere göre yapmış olduğu iş ve hareketler” maddesinde şunları söylemiştir: Hz. Peygamberin yiyip içmesi, giyinip kuşanması, helal şeyleri yiyip içme tarzı bunlara dâhildir. Peygamber (s.a.v), bunları beşer fıtratının bir icabı ve içinde yaşadığı milletin bir geleneği olarak yapmıştır.” (Muhammed Ebu Zehra, İslam Hukuku Metodolijisi, Trc.Abdulkadir Şener, sh.101, Ank., 1979)

Şu halde vücut hatlarını belli etmeyen, şeffaf da olmayan ve bulunulan yörenin örfüne uygun sade bir kıyafetten bahsetmek yerinde olacaktır.

Cenap Şehabettin, “İyi bir kıyafet, iyi bir tavsiye mektubundan daha etkilidir.” derken, insan üzerinde ilk etkili şeyin kıyafet olduğunun altını çiziyor. Meşhur bir sözde de “İnsanlar kıyafetleri ile karşılanır, sözleri ile uğurlanırlar” denilirken, insanların iyi ve temiz giyimden etkilenerek muhataba ilgi duyacakları vurgulanmaktadır.

İslam’ı kendine dert edinmiş, onu insanlara taşımayı bir vazife bilmiş olan bir Müslüman, özellikle lider konumundaki bir Mü’min, hitap edeceği toplumun huzuruna çıkarken onların dikkatlerini ve anlayışlarını kendine meylettirecek bir kıyafetle çıkmaya özen göstermelidir. Elbette kıyafet tek başına kişinin başarılı olmasında etkili değildir… Ama muhatap üzerinde olumlu iz bırakan ilk ve önemli bir etkendir.

Rasûlullah (s.a.v), bir gün ashabına kibirden bahsediyordu. Dinleyenlerden birisi sordu: “İnsanın elbisesinin ve ayakkabısının güzel olmasını istemesi de kibir mi?” Hz. Peygamber’in cevabı bilakis teşvik edici idi: “Hayır! Allah güzeldir, güzeli sever.” (Müslim, İman, 147).

Rasûlullah’ın, heyetler geldiği zaman kendisinin en güzel elbiselerini giyinerek kıyafetini düzelttiğini, ashabına da böyle yapmalarını emrettiğini biliyoruz. (Kattani, Teratib, 1/452). Her an için saçını-sakalını düzeltmek, kılık ve kıyafetini kontrol etmek üzere yanında ayna ve tarak, diş temizliğini sağlamak üzere misvak ve koku şişesi taşıma alışkanlığında olduğunu da kaynaklarımız belirtirler. (İbn Sa’d, Tabakat, 1/484; İbnü’l Cevzi, Vefa, I-II, 589-593).

Bugün toplumla iletişim kurmada kılık-kıyafet sorununu halledip bu engeli aşmak gerekmektedir. Basit gibi görünse de kişinin anlatacaklarının kalplerde ma’kes bulabilmesi için, bu önemlidir. Örneğimiz ve önderimiz/Peygamberimiz bu konuya önem verdiğine göre bizim bunu ihmal etmemiz uygun düşmez. Belli kıyafetleri bayraklaştırmadan bulunduğumuz toplumda, genel olarak Müslümanların tasvip ettiği örfe uygun temiz ve sade bir kıyafetle kitlelerin önüne çıkmamız, gözlerden kalplere koridor oluşturacaktır.

Meşhur Abdülkadir es-Sûfî, müritleriyle beraber Londra’da bir çiftlik satın alırlar. Her şeylerini bu çiftlikte yetiştirirler, harama düşme korkusundan dolayı Londra’nın bakkal ve marketlerinden hiçbir şey satın almazlar. Tek gayeleri, Haig parka gidip İslam’ı tebliğ etmektir. Çünkü orada İngiliz hükümetine sövmenin dışında her şeyi söylemek serbesttir. Kendileri uzun sakallı, cübbe ve sarıklıdır. Bu kıyafetleri ile Haig parka giderler ve tebliğe başlarlar. Ama kimse dönüp de kulak vermez. Bakarlar ki, -kendilerine göre- acayip kılıklı insanlar olduğu için dönüp giderler. Bir gün böyle, beş gün böyle… Müflis tüccarlar gibi dönüp gelirler. Bir gün Abdülkadir es-Sûfî, arkadaşlarını toplar ve:

-Arkadaşlar, galiba biz bir yerde yanlış yapıyoruz. Kıyafetlerimiz tebliğimize engel oluyor. Adamlar şöyle bir bakıyor sonra dönüp gidiyorlar. Gelin, sarık ve cübbemizi çıkaralım, sakalımızı da kısaltalım, yarından itibaren yeni kılık ve kıyafetlerimizle halkın huzuruna çıkalım, dedi. İtiraz edenler olduysa da onlara: “Kılık kıyafetimizi insanlarla iletişimimizin önüne engel koyamayız. Aslolan insanlara mesajımızı ulaştırabilmek için onlarla iletişime geçebilmektir” diyerek ikna eder.

Dediklerini yaparlar ve Haig parka giderler. İlk günden itibaren etraflarında üçer-beşer kişi dinlemeye başlar. Günler geçtikçe sayı hızla artar. Sonunda kalabalık öyle büyür ki, radyo, televizyon ve gazete muhabirleri röportaj için randevu alma sırasına girerler

Bu yaşanmış gerçekler de bize anlatıyor ki; kılık-kıyafeti, iletişimimize engel yapmamak için, İslam’ın bu konuda bir model getirmeyerek tolerans göstermesini fırsat bilip, uçlara kaymadan, örfe uygun, sade ve mutedil bir giyinme şeklini tercih etmeliyiz. İtici değil, çekici olmalıyız, estetik değerlere önem vermeliyiz.

İşte Ahmet eş-Şara da böyle bir tercih kullanmıştır. Cübbe ve sarığı İslam’ın emriymiş gibi gören bazı fanatik İslamî gruplar gibi bir tavır ortaya koymamıştır. Devlet olma sürecinde iletişimin önünü açmıştır. Tekraren ifade ediyorum ki, İslam’da, vücut hatlarının belirtilmemesi dışında bağlayıcı bir kıyafet modeli yoktur. Örfe bırakılmıştır. Dolayısıyla Ahmet eş-Şara bu değişimiyle inancından taviz vermemiştir. Nokta.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Musab Seyithan Arşivi