Şerife Demir
Şerife Demir Vefa

Vefa

Selamün Aleyküm saygı değer Yeni Haber okurları. Ramazan’dı, bayramdı derken her güzelliğin bir sonu olduğu gibi bu güzelliklerin de sonlarını yaşadık. İnşallah affedilmiş olarak şevval ayını geçirmeyi nasip etsin Mevla.

Reis’in açıklamalarına göre bundan sonra seyahat yasakları ortadan kalktı. Aslında hala virüsle alakalı tereddüt yaşasak da demek ki bilim kurulu bu şekilde kararlar alalım dedi hakkımızda hayırlısı olsun.

3 aydır hepimiz evlerdeyiz, çok sıkıldık. Özellikle çocukların havaların ısınmasıyla artık tatil özlemini iyice arttırdı.

Türkiye’de yaşadığımız için bu konuda çok şanslıyız. Denizi, plajı ve tarihi yerleri o kadar fazla ki anlatılmaz yaşanır. Özellikle İstanbul, tarihi beldeleriyle gezilesi yerlerden bir tanesi. Her zaman adını duyduğumuz semtlerin bile o kadar ilginç hikayeleri var ki…

Bir kaç hafta sizlere İstanbul’un semtlerinden farklı hikayeler anlatacağım. Bu konuda desteğini esirgemeyen İsmet Aça’ya buradan teşekkürlerimi sunuyorum.

****

Sessiz sedasız bir semt düşünelim; Tarihi Yarımada'nın Haliç kıyısına yakın, Süleymaniye'nin eteklerinde, Bozdoğan Su Kemerleri'nin yanı başında... Evliya Çelebi'nin doğduğu, Kâtip Çelebi'nin medfun olduğu; Sultan Murad Han ile Nalıncı Baba hikâyesinin vuku bulduğu Unkapanı'nın kardeşi, sırdaşı ve Zeyrek'in karşı komşusu, kadim dostu; Vefa...

Sessiz sedasız bu semte; yine sessiz sedasız, birisi gelir. Zaman, Feth-i Mübin'den sonradır; gelen, hadisle müjdelenen komutandır, fethe mazhar olandır; Sultan Mehmed Han'dır, Fatih'tir! Bir külliyenin önünde durulur ve destur sorulur, fakat o destur hiç çıkmayacaktır. Geri döner Sultan, hüzünlü bir şekilde, Beyazıt'taki sarayına; daha Topkapı tamamlanmamıştır... Semt olarak çok yakındır aslında Vefa, Beyazıt'a; ama, alınamayan o destur, bir o kadar uzak eylemiştir iki semti birbirine... Geride kalan da hüzünlüdür bu arada. Sorarlar müritleri, Şeyh Ebu'l Vefa'ya; "Efendim! Üzülmenize rağmen, niçin kabul etmediniz?"

Cevap, işte o cevaptır; "Doğru söylersiniz; ama inanıyorum ki, benim ona olan sevgim ve onun bana olan ihtiyacı, bize asıl vazifemizi unutturacak kadar fazladır. Dostluğumuz, sohbetimiz birçok kişinin işinin yarım kalmasına sebep olacak; sonunda dayanamayıp, padişahlığı bırakmak isteyecek. Şimdi anladınız mı niçin kabul etmediğimi?" İşte cevap o cevaptır ki; bugün o semtin adı, Vefa'dır...

Vefa'nın; Bizans döneminden itibaren, İstanbul'un saygın semtlerinden biri olduğunu bilmekteyiz. Bizans döneminde Vefa; şehrin ana yolu olarak bilinen Mese Caddesi'nin, Kharisius (Edirnekapı) Kapısı'na doğru giden yola yakınlığı sayesinde, toplumun saygın ve zengin kişilerinin ikamet ettikleri yer haline gelmiştir, bir nevi günümüz cadde semtlerinden.

Fetih-i Mübin ile Osmanlı'ya geçen şehirde; semt, saygınlığını artırarak devam ettirmiş olup; 15. yüzyılda,

Hagios Theodoros Kilisesi'nin, Molla Gürani tarafından camiiye çevrilmesi ve aslen Konyalı olan Şeyh Ebu'l Vefa Hazretleri'nin aynı dönemde semte yerleşip, dergâhını burada kurması; 17. yüzyılda ise, İstanbul'un üç büyük evliyasından biri kabul edilen Mehmet Emin Tokâdî Hazretleri'nin, başlangıçta bahsettiğim, semtin kadim dostu Zeyrek'e dergâhını kurması ve burada medfun olması, semtin saygınlığını ve itibarını zirve noktasına çıkarmıştır.

Bizans'tan gelen, Sultan Fatih ile devam eden, 2.Bayezid ile mamurlaşıp; 20. yüzyıla kadar saygınlığını sürdüren Vefa; şehrin ilk burma minareli camii olan, 16. yüzyıl eseri, Burmalı Mescid Camii'ne de ev sahipliği yapmaktadır.

Semtin merkezini teşkil eden Şeyh Vefa Camii ve Türbesi başta olmak üzere; Molla Gürani Camii, Mimar Ağa Camii, Şeb Sefa Hatun Camii, Ekmekçizade Ahmed Paşa Medresesi, Recai Mehmed Efendi Sıbyan Mektebi, Atıf Efendi Kütüphanesi, Şehit Ali Paşa Kütüphanesi, Rehabula Kadın Sebili, Osmanlı'dan; Bozdoğan (Valens) Su Kemerleri ise, Bizans'tan kalan mihenk taşlarındandır, semtin.

Sokak aralarında ise; kışın "Booozaa", yazın ise "Şıııraa" nidalarını duymak geçmişte kalsa da; Tarihi Vefa Bozacısı'na gidip, kışın Boza, yazın Şıra içmek; "Bozacının şahidi şıracı." atasözünün nereden geldiğini burada öğrenmek de, bir diğer mihenk taşıdır. Boza demişken, Vefa'nın kardeşi, sırdaşı olan Unkapanı'nın da pilavı meşhurdur. Pilavlar yenir, akşam namazı için Zeyrek Camii veya Şeb Sefa Hatun Camii ziyaret edilir, tatlı olarak da Vefa Bozacısı'na uğranılır; yatsıyı da Şehzâdebaşı Camii'nde edâ ettikten sonra, evin yolu tutulur. Tarihi Yarımada'nın ya da kısa tabirle Suriçi'nde, Osmanlı dönemin ruhu, bu küçük detaylarda gizlidir.

"Yok olan Vefa"ya baktığımızda ise, günümüze ne yazık ki ulaşamamış olan; Voynuk Şücaeddin Camii, Revani Efendi Mescidi, Payzen Yusuf Paşa Türbesi, Kovacılar Hamamı ve semtin çeşitli müstesna çeşmelerini, cumbalı konaklarını sayabiliriz.

İstanbul, bir matruşka; Suriçi, bu matruşkanın en küçük parçası; Vefa ise, bu parçanın nadide bir çekirdeği...

Mevla bizlere de bu vefa semtinin adını aldığı gibi vefalı dostlar nasip etsin. Duanızda olmak duasıyla  Allah’a emanet olun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Şerife Demir Arşivi