Üreten Olalım, Tüketen Değil!
Hayatın bir döngüsü, bir gidişatı var ancak bu Rabbimiz tarafından o kadar güzel bir biçimde dizayn edilmiş ki, büyük tabloya bakınca aslında her şeyin birbirine sebep-sonuç ilişkisi içinde bağlanarak işlediğini hissediyoruz. Allâh (cc) her şeyi insan için yarattı, insanı da “Kendi” için yarattı! Küllî iradenin sahibi olan Rabbimiz, biz kullarına “cüzzî” bir irâde lütfederek bu tabiî akışın içinde tabiri caizse bize “rol” verdi. Aslına bakacak olursak her şey merkezden kontrol ediliyor. Ancak biz insanoğlu için bu gerçeği fark etmek, anlamak, kavramak çoğu zaman çok zor bir mesele hâline geliyor.
Kendimizi dahi anlamakta çoğu zaman güçlük çekerken hayatın akışı sırasında her şeyin aslında bizim dışımızda bir merkezden yönetildiği, bizlerin sadece bir şeylere vesile ya da sebep olan, kendini dahi tanımayan varlıklar olarak çoğu zaman boş hayaller ve hedefler peşinde koşan insanlar olduğumuz gerçeğini kendimize itiraf etmemiz çok kolay olmasa gerek!
Bunun neticesinde de isteklerimize ulaşamayınca öfkeleniyor ve hayatımızda hiçbir şey iyi gitmiyor, diyerek “şükürsüzlük” edebiliyoruz maalesef! Sürekli şükretsek bile Cenâb-ı Hakk’ın bize lütfettiği sonsuz, sayısız nimetlerinden belki de “bir tekinin” bile şükrünü tam olarak eda edemeyecekken maalesef isyan noktasına varan inkârlarımız çoğalıyor! Rabbim üzerimizdeki nimetlerini ziyadeleştirsin; bizi nankörlerden, isyankârlardan yazmasın!
Bizlerin kaçırdığı iki tanım var aslında: mutluluk ve saadet. Mutluluk, bize verilenle yani elimizdeki ile yetinmektir! Saadet ise bizim istediklerimizin Cenâb-ı Hak tarafından bize lütfedilmesidir! Tabii ki hemen hepimiz saadeti isteriz ancak sonuçta bu bir nimet olacak ve unutmamak lazım ki “her nimetin mutlaka hesabı” var.
Selman-ı Farisî Hazretleri (ra) “Allâh’tan (cc) istediğimiz verilirse bir seviniriz ancak verilmezse bin seviniriz!” buyurmuşlar.
Bunu söylerken istemeyelim anlamında söylemiyorum. Elbette ki her muradımızı Rabbimizden isteyeceğiz! Dikkat çekmek istediğim nokta “teslimiyet” konusu. Bir çocuk düşünün babası onu havaya atıyor, çocuk çok mutlu bir biçimde sadece ve sadece kahkaha ile güler, hiç korku emaresi yoktur çocukta çünkü babasının onu tutacağından emindir. Ona sonuna kadar güvenir! Biz de Âlemlerin Rabbine kayıtsız şartsız güvenmeliyiz!
Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri (ks) ne güzel buyurmuş:
“Mevla’m görelim neyler?
Neylerse güzel eyler.”
Mutluluk ve saadet konusunda izleyeceğimiz tek yol: Eğer Allâh’ın (cc) muradı ile benim muradım örtüşüyorsa o istediğimiz olur, bunun şükrünü eda etmek; eğer benim istediğim olmazsa bu da Allâh’ın (cc) rızâsı olmadığı için yâni muradı olmadığındandır, buna da râzı olmak! Bu iki hâl içinde kalabilsek çok mesafe kat edeceğiz aslında ama maalesef “Ben istedim oldu!” ya da “Falancanın yüzünden olmadı, aslında olacaktı!” diye merkezden uzaklaşıyor, her şeyde tecelli eden Allâh’ı (cc) ne çabuk unutup isyana giriyoruz değil mi? Ne olur dikkat edelim!!!
Her Müslüman kendini çok iyi incelemeli! Siz kendinizi hiç incelediniz mi? Üreten Müslüman mısınız yoksa tüketen mi? Başka bir ifâde ile hizmet eden misiniz, yoksa hizmet edilen mi? Yâni hep isteyen tarafta mı olacağız, birilerinin isteklerinin vesilesi olma noktasında hiç pay sahibi olmayalım mı? Hep kendi benimiz için mi yaşayalım, bir ihtiyaç sahibinin ihtiyacını gidermeyelim mi?
Elbette ki beklentimiz olacak ancak beklentilerimizi kuldan değil, her şeyi yoktan var eden Allâh’tan (cc) bileceğiz. Bunlar karşılanırken “vesile” olana teşekkürü ihmâl etmeyeceğiz çünkü teşekkür etmeyi bilmeyen “şükrü” tam olarak yerine getiremez. Ya da biz “vesile” olursak da bu sefer de bize orada rol veren Rabbimizden bileceğiz, kendimizden bilmeyeceğiz!
Hepimiz insanız, günlük hayatta birçok şeyle karşılaşıyoruz. Üretmek, tüketmek; faydalı olmak, zarar vermek, nötr olmak gibi roller biçiliyor hepimize! “Birileri yapsın, etsin, ben hazıra konayım. Birileri bize hizmet etsin, sürekli üretsin, biz de bundan istifade edelim mi?” diyor iç sesimiz. Yoksa bizde harekete geçiyor, kendi çapımızda yapılan bir hizmetin ucundan bucağından -karınca misali de olsa- tutup katkı sağlıyor muyuz?
Evet, her şey merkezden idare ediliyor olsa dahi madem buradayız, o zaman katkı sunacağız, destek olacağız, köstek olmayacağız! Küçük veya büyük, tahsilli ya da tahsilsiz... Kim olursak olalım, bu dünyada yaşıyorsak ümmet-i Muhammed ve dahi dünya mazlumları için karşımıza çıkan her işin ucundan tutmakla kendimizi mükellef hissetmeliyiz! Güzel olan her şey, Cenâb-ı Hak’tandır. Bundan dolayı güzelliklere “vesile” olarak kullanılmak, kendimizi buna adamak bizi hayâl bile edemeyeceğimiz ufuklara taşıyacaktır!
Padişah tebdil-i kıyafet dolaşırken fidan diken çok yaşlı bir kimseye rastlar. Ne yaptığını sorar. İhtiyar: “Meyve ağacı dikiyorum.” der. “Ancak sen ihtiyarsın, bu ağacın meyvesi sana belki de ulaşmaz” der Padişah. İhtiyar işine devam eder ve der ki: “Kendim için dikmiyorum, bizden öncekilerin diktiği ağaçlardan meyve yedik, ben de bizden sonrakiler için dikiyorum.” Bu söz Padişah’ın hoşuna gider ve ihtiyara bir kese altın uzatır. İhtiyar: “Bak, hemen meyve verdi.” der.
Türkiye Yüzyılı’nın eşiğine geldik. Vesile ya da sebep olma seçenekleri önümüzde. Ya bize emanet edilen “cennet vatanımızı” bizden sonraki nesillere teslim etme vesilesi olacağız ya da binbir emekle elde ettiğimiz kazanımların heba olmasına sebep olacağız! Bu “cennet vatanın evlatları” olarak değerlerimize, bayrağımıza, bu topraklara “bir kez daha” sahip çıkmanın günü yaklaşıyor; hepimize görev düşüyor. Her karış toprağı şehitlerimizin kanıyla sulanmış vatanımız, bize emanet! Gün, birlik günü; gün, Hak’la bâtılın yeniden karşılaşma günü! Gün, gelecek nesillerimiz için, Ümmet-i Muhammed’in selâmeti için, bizi bekleyen dünya mazlumları için Cenâb-ı Hak’tan güzelliklere “vesile” olmayı isteme günüdür! Rabbimiz bunu görmeye ve yaşamaya muvaffak kılsın bizleri!
Selâm ve duâ ile...