Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal
Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal Ülkemizin Eğitim Politikası Çelişkisi

Ülkemizin Eğitim Politikası Çelişkisi

Kağıt üzerinde ülkelerin gelişmişlik seviyesini gösteren ölçütlerin en önemlisi, eğitimli bir nüfusa sahip olup olmadıklarıdır. Toplumların tümden ve her açıdan gelişim göstermelerinin çıkış noktası eğitimdir görüşü, herkes tarafından kabul edilen ve karşı çıkılamayan bir olgudur. Dünya üzerindeki iki yüz civarındaki ülkeden yaklaşık kırk tanesinin gelişmiş ekonomilerden ve bunların da eğitim düzeyi bakımından ileri düzeyde olmaları, zaten beklenen bir durumdur. Beşeri sermaye niteliği kavramı ile özdeşleşen eğitim kavramı ile eğitimli insanların çokluğu, gelişmenin motoru olarak ilk planda tartışmasız bir şekilde kabul görmekle birlikte, konunun derinlemesine incelenmesinde büyük faydalar bulunmaktadır. İlk olarak dikkat edilmesi gereken eğitimli insan sayısının nüfusa oranının yüksekliğinin her zaman beklenen sonuçları vermediğidir. Çünkü bu noktada tüm eğitim öğretim kurumlarında (ilköğretim, ortaöğretim, ön lisans, lisans, yüksek lisans, doktora) verilen eğitimin niteliği, teorik pratik uyumu, piyasa koşullarının ihtiyacını karşılayıp karşılamadığı gibi birtakım sorular açısından değerlendirilmesinin gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Gelinen noktaya ülkemiz yönünden bakıldığında orta eğitim kurumlarında verilen eğitimin piyasanın ihtiyaçlarını karşılayacak kalitede olmadığı, mezun olanlardan şayet özel sektörde çalışma fırsatı bulabilenlerin, ancak uzun bir süre çalıştıktan sonra yeterli hale gelebildikleri görülmektedir. Asıl mesele yetersiz eğitim standartları bir yana, okumayı sevmeyen, istemeyen gençlerin on sekiz yaşına kadar okullara adeta hapsedilmesidir. İyileşmek istemeyen bir hastaya verilen ilaçların tesir etmediği gibi, okumak istemeyen gençlerin önüne konulan tabletlerin ve kitapların ülkeye yük olmaktan başka bir işlevi olmayacağı açıktır. Söz konusu toplam öğrencinin okumayacak bence minimum %40’ının, sınıf içindeki gayriciddi tavır ve davranışlarıyla okumayı seven, zeki ve yetenekli öğrencilerin gelişimine olumsuz etkilerinin ülkemize yükü, rakamlarla ölçülemeyecek derecede büyüktür. Herkese orta öğretim diploması vererek, ülkenin uluslararası istatistiklerde kağıt üzerinde daha başarılıymış gibi gösterilmesi çabaları, palyatif önlemlerle sorunu ilerde daha büyük ve içinden çıkılamaz hale getirmekten başka bir sonuç doğurmayan ve siyasi popülizmden başka bir getirisi olmayan geçici gelişmelerdir.

Orta öğretimde yapılan on iki yıllık zorunlu eğitim uygulaması yanlışlığı üzerine, düşünce bazında doğru olmakla birlikte “Her İle Bir Üniversite” hedefi, ne yazık ki üniversite mezunlarının sayısının artmasına rağmen, nitelik açısından yetersizlikle sonuçlanmıştır. Ülkemizin örneğin on, yirmi, elli ve yüz yıl gibi her alanda genel kapsayıcı bir envanteri çıkarılmadan ve özelde ise fakültelerin talep ettiğinden daha fazla kontenjan verilmesi uygulamasının uzun sürede devam etmesine bağlı olarak, neredeyse herkesin üniversiteyi kazandığı bir sonuç ortaya çıktı. Orta öğretim gibi, üniversitelerde de verilen eğitimin zaten yıllardır tartışıldığı ülkemizde, üstelik hem üniversite hem de mezun öğrencilerin sayısının bilinçsizce artmasının nitelikli ara eleman ihtiyacını doğurması bir yana, aynı zamanda üniversiteyi bitiren yirmi üçlü yaşlarda milyonlarla ifade edilen gençlerin çok büyük bir kısmının, aldıkları eğitimlerinin dışında basit işlerde (tezgahtarlık, marketlerde emek gücüne dayalı işler, özel güvenlik görevlisi, aile yanında esnaflık vb.) çalışmak zorunluluğuyla karşılaşmaktadırlar. Büyük umutlarla okudukları fakültelerden mezun gençlerin çok önemli bir kısmının piyasanın istediği niteliklere sahip olmadıklarını anlamalarıyla, kendilerinin ve ailelerin içinde düştüğü hayal kırıklığı ve sonrasında yol açtığı toplumsal huzursuzlukların (işsizlik, aile içi geçimsizlik, boşanma, psikiyatrik hastalıklar vb.) en masum sorumlusu adeta kobay olarak kullanılan gençlerimiz, baş sorumlusu ise hesapsızca üniversite kontenjanlarını şişirerek dört yıl sonra öğrencilerin çoğunun işsiz kalacakları bilindiği halde ötelemeyi başarı sayan, yürütme organı konumundaki hükümetlerdir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal Arşivi