Tepeden tırnağa orman kokuyorsun
Dağlım, fındık bahçelerinde dolaştığım…
Kendi düştüğü, kendi oturduğu, kendi saklandığı yerden yine kendi başına çıkıyor, kalkıyor, hayata karışıyor insan. Şayet kalbimizi, her sıkıntımızı paylaştığımız bir insan varsa belki o, tek bir kişi, düştüğümüzde elini uzatır, oturduğumuzda yanımıza oturur, saklandığımızda bizi bulur.
Türkülerin arabesk bir yanı var. İnsanı hüzne, melankoliye, boş vermişliğe sürüklüyor. Havada yağmur sonrasının tütsülü sıcağı var; türkü dinlerken dalıp dalıp gidiyorum.
“Ölüyoruz, öyle yavaş yavaş da değil…” Hemen hepimiz aynı şeyi söylüyoruz fakat kirlenen, çürüyen, yoksullaşan ve doğallıktan uzaklaştıkça kaybederek yaşadığımız bu hayata karşın, adım adım bize yaklaşan ölümü yavaşlatmanın yolunu da aramıyoruz Dağlım. Yapıyormuş, gayret ediyormuş, yoruluyormuş gibi yaşıyoruz. Bir hatayı bile tam yapmaktan aciz, ortalarda dolanıp duruyoruz. Her şeyimiz yarım ancak ölümümüz tam olacak. Çürümüş bir ölüm.
Yine de sevmenin; merhametle, şefkatle, insanın kendi derinliğine yol aldığı sevmelerin, bu çürümüş ölümü yavaşlatacağına, hayatımızı anlamlı kılacağına, sevdikçe kendimizi ve insanları seveceğimize inanıyorum. İnsan mükemmel değil. Olması da mümkün değil. İnsan yürüyen ve arayandır Dağlım.
Yağmura benzemek istiyorum!
Yağmur olup yağsak bir insana.
Bir adımız da yağmur olsa…
Sevgilim, yağmur yağarken insan bir evde olmalı. Bu ev de kendi evi olmalı insanın. Yağmuru seyretmeli... Yamacında da aşk olmalı, bir çiçek vazosu ve bir de kitap!
Ben bütün yağmurlara ebelendim Dağlım. Yağmurlarda ıslandım. Yağmur altında delice koştuğum zamanlar da oldu, duygulu bir sarhoşluk yaşadığım da. Yağmurun yıkadığı ormanları sevdim. Yağmurun örselediği çiçeklerin önünde diz çöktüm.
Tepeden tırnağa orman kokuyorsun. Yüksek kavaklardan, meşelerden, çamlardan, akasyalardan saçlarına şebnemler damlamış, çiğler yağmış; çamsakızı, sümbül, lavanta, kekik ve yaban nanesi kokuyorsun.
Bu da nesi? Yanaklarım sırılsıklam!... Yağmur damlalarından mı, gözyaşlarımdan mı?...
Sevgisiz kalmışsak bedenlerimizi taşımamız da zorlaşıyor. Merhamet yoksa acılaşıyor yaşamanın tadı. Yağmur bekliyor, yağmur duasına çıkmıyoruz! İnsan insana yağmur değilse nedir sevdiğim?
Kelimeler… Dönüp dolaşıp söyleyeni vuruyor.
Güzel insanların az konuşmalarına bir sebep de bu olsa gerek.
Hepimiz aynıyız. Ne zaman ki yaramıza dokunulur, gözlerimiz buğulanır…
Hele de bu dokunan el sevilenin eli, söz sevilenin sözüyse.
Bu gece yemek yediğimiz lokantada incecikten Müslüm Gürses'in "Her şey gönlünce olsun" şarkısı çalıyordu. Dua gibiydi, âmin dedim.
Bu gece yemek yediğimiz lokantada incecikten Müslüm Gürses'in "Her şey gönlünce olsun" şarkısı çalıyordu. Dua gibiydi, âmin dedim.
Bazen bütün şehirler birbirine benziyor, sen orada değilsen.
Hangi koşulda olursa olsun, gücü elinde bulunduranın ses tonu, bakışı, duruşu değişiyorsa -ki çok zaman değişiyor- bu kibirdir. Yine gücümüzle beraber merhamet ve tevazu artmıyorsa -ki çok zaman artmıyor- yine kibirdir. Kibre düşmeyesin isterim.
Din, iman, ahlak, nezaket ve incelik cümlelerini dilinden düşürmeyen ve fakat teşekkür etmeye imtina eden insanları gördükçe şaşırıp kalıyor, bildiklerimi yeniden gözden geçiriyorum Dağlım.
İnsan; içinde bahar, içinde umut, içinde sevgi ve merhamet taşıyandır. Bu duygular dışarıdan gelmez. Gelse de eksiktir. Ancak şu var ki dost ve sevdiklerimizin varlığı olumlu duygularımızı diri tutmamıza sebep olur. Ah... Sevgisiz ve coşkusuz geçen her gün, eksik yaşanmış bir gündür.
Bir yığın acılı düşünce ruhumu baskı altında tutuyor, istila ediyor. Yavaş yavaş oluyor bu. İlkin minnacık bir düşüncenin ucundan bir yumak ipliğinin ucunu tutarcasına tutunuyorum. Kafam boşalmaya başlıyor; boşalıyor, boşalıyor... Bir an oluyor ki kendimi bir acı düşünceler ağının içinde buluyorum. Ağa takılmış balık gibi çırpınmaktayım, umutsuzca. Hele yalnızken, yani senden uzakken, bu durum bir başka oluyor. Düşüyorum ve her yanım kırılıyor.
Bazen karanlığın içinde, elini avucuma alıp, dudaklarıma götürüp uzun uzun öpüyorum! Tüm benliğimle, tüm varlığımla sana teşekkür ediyorum... Çok iyisin, çok güzelsin.
Doğrudur, insanların hatırlamayı değil unutmayı yeğledikleri bir çağda yaşıyoruz Dağlım.
Seni unutmayacağım. Seni unutacağımı da nereden çıkarıyorsun?
Mor, yağmur kokulu bir gece ve sen uzaksın.
Allah esirgeyen ve bağışlayandır!