Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
Prof. Dr. Ramazan Altıntaş Şimdi, Şükür Vakti

Şimdi, Şükür Vakti

Şükür, nimetin bilinmesi, açığa vurulması, hatırlanması, nimet verenin unutulmaması ve takdir edilmesi manalarına gelir. Şükrün zıddı, nimet verene nankörlük etmektir. Nankörlük etmek ise, asıl bu nimeti vereni unutup hakkı ile takdir etmemektir. Böyle bir ahlaki tavır beraberinde elde edilen nimetin kaybedilmesini ve elden çıkarılmasını beraberinde getirir. Bundan dolayı, İslam inancında şükür nimet, nankörlük ise azap diye nitelendirilmiştir. Müslüman bir kimse, sahip olduğu nimetleri, kullarına ihsan ettiği sayısız nimetlerin sahibi Yüce Allah’tan bilmeli ve O’na olan teşekkür borcunu söz ve davranış olarak yerine getirmelidir.

İslam bilginleri şükrü üç kısma ayırmışlardır: Bunlardan ilki, sahip olunan nimetlerin Allah’tan olduğunu kalp ile bilip, nimet vereni tasdik etmek ve o nimeti O’ndan bilmektir. İşte bu, nimet vereni düşünmek ve unutmamak anlamında kalp ile şükürdür.

İkincisi, nimet vereni anmak, O’nu övmek ve açığa çıkarmaktır. İşte bunun adı, dille şükürdür. Burada konuşma organı olan dilimize büyük görevler düşmektedir. Dil yoluyla şükür, Allah’ın söze dayalı emir ve yasaklarını insanlara anlatmak şeklinde de cereyan eder. Meselâ, yalan söylememek, doğru konuşmak, yalan yere şahitlik etmemek, iyilikleri emredip kötülüklerden sakındırmak, haksıza karşı mağdurun hakkını savunmak, Kur’an okumak vb. gibi söze dayalı buyruklar dille şükür kapsamına girer.

Üçüncüsü ise, nimet verenin buyruklarını organlarla davranış planında yerine getirmektir. Bir başka ifade ile İslam’ı bir bütün olarak yaşamaktır. Bu bağlamda namaz kılmak ve oruç tutmak bedenin, zekât vermek servetin, hacca gitmek hem bedenin ve hem de servetin şükrüdür. O halde Allah’a şükretmek, O’nu ibadetlerle takdir etmek demektir.

İnsan hayatında takdir duygusu; gerek kalp, gerek söz ve gerekse davranış tarzı olarak değer üretme şeklinde kendisini gösterir. Kaldı ki hiçbir zaman servet sahibi bir mü’min Allah’a rağmenliği besleyecek bir tutum içerisine girerek “elde ettiğim her şey, tamamen benim gayretimin sonucudur” demez ve diyemez. Bu servete ulaşmada kendi çaba ve gayretlerini takdir etmekle birlikte asıl bu varlığın sahibi olan Allah’ı düşünür. O’na diliyle teşekkür eder. Bu servette hakkı olanların hakkını hak sahiplerine vermek suretiyle organların şükrünü yerine getirir. Bu husus şu âyette çok açık anlatılır: “Kitaptan (Allah tarafından verilmiş) bir ilmi olan kimse ise: Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm, dedi. (Süleyman) onu (melikenin tahtını) yanı başına yerleşmiş olarak görünce: Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin (gösterdiği) lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki, Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, çok kerem sahibidir.” (27/Neml 40). Gerçekten de şükür kolay bir iş değildir. Bunun için Yüce Allah Kur’an’da dostlarından Hz. İbrahim ve Hz. Nuh’un örnek olarak şükretmelerini övgüyle beyan etmiştir. (Bkz. 16/Nahl 120-121; 17/İsra 3).

İşte bu iyi kulları şükretmek konusunda örnek alan her insan, Rabbinin verdiği sayısız nimetler karşısında O’na şükürle karşılık verir. Zira Allah insanların şükrüne muhtaç değil, insanlar O’nun eş-Şekûr ism-i şerifinin tecellisine muhtaçtırlar. Allah’ın kullarına şükrü, onları günahlarından dolayı bağışlaması, amellerinin karşılığını verip onları övmesidir. Allah’ın kullarını övmesinin manası, kendisine içten gelen bir duygu ve kabulle itaate teşviktir. İnsanların O’na olan itaati, ister az olsun, isterse çok olsun, önemli olan sürdürülür bir itaat olmasıdır. Kaldı ki, itaatin en saygıya değeri, az da olsa devamlı olanıdır. O, kullarına sayısız lütuf ve yaptıkları ibadetlere bol bol mükâfat verir. Bundan dolayı, şükreden ancak, kendi iyiliği için şükretmiş, nankörlük eden kimse de ancak kendi aleyhine nankörlük etmiş olur. Dolayısıyla eğer insan, sahip olduğu nimetler karşısında Allah’a şükrederse, Allah da ona olan nimetini artırır. (Bkz. 14/İbrahim 7). Misal, ilmin şükrü, bilgiyi başkalarıyla paylaşmaktır. Eğer böyle yaparsanız, ilminiz artar. Servetin şükrü, ihtiyaç sahiplerine yardım elini uzatmaktır. Eğer böyle yaparsanız malınız artar. Vaktin şükrü, vaktinizi Allah’ın istediği şekilde değerlendirmektir. Eğer vaktinizi dünya ve ahirete yararlı işlerle değerlendirirseniz vaktinize bereket gelir. Bu sebeple hakikatte şükür, nimet verenin nimetini dille birlikte eylem olarak itiraf etmektir. Allah’a hamd, şükür değil, kötülemenin zıddı, şükür ise, nankörlüğün, nimeti örtüp gizlemenin zıddıdır.

Sonuç olarak, mü’minler bir nimete kavuştukları, zorlukları aştıkları ve bir kötülükten kurtuldukları zaman Allah’a şükretmelidirler. Bunu dille gösterdikleri gibi davranışlarıyla da göstermelidirler. Bunun en açık örneği hayırlı bir haber duyduklarında şükür secdesi yaparlar ve şükür namazı kılarlar. Başkalarına tasaddukta bulunur ve birbirlerini tebrik ederler.

İşte şimdi, bu manada şükürde bulunmanın tam vaktidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Ramazan Altıntaş Arşivi