MİSAK-I MİLLÎ
Bir siyasi partimizin genel başkanı geçtiğimiz günlerde grup toplantısında yaptığı konuşmada Misak-ı Milli’ye sahip çıktığını söyledi. Bu, ne anlama geliyor? Misak-ı Milli nedir bu hususta müktesebatımızı ve kanaatlerimizi ifade edelim. Önce Misak-ı Millî’nin ne anlama geldiğini ifade edelim: “Milli Yemin” demektir Misak-ı Milli.
Bu kavramın yerini 1932’den itibaren “ulusal ant” almıştır. 1932’den önce kullanmakta olduğumuz “millî, yemin, misak” kavramlarının niçin değiştirildiği hususu ayrı bir bahistir ve yakın tarihimizin en hayatî meselelerinden birisidir. Cebren milletimizin zihinlerine sokulmak istenilen “ulusal, ant ve saylav” gibi neseb-i gayri sahih laflar (tabir veya kavram demeye bile değmez) milletimiz tarafından hüsnü kabul görmemiştir. Günümüzde “ant” lafını kullanan sadece marjinal bir zümre vardır. Bunlar da gittikçe marjinalleşmektedir.
Misak-i Milli’nin kabul edildiği makam Meclis-i mebusan’dır. Şubat 1920’de kabul ve ilan edilen Misak-ı Milli ile ordularımızın fiilen bulundukları yerler asgarî hudut olarak kabul edilmiştir. Dikkat edilirse “asgarî” ifadesi kullanılmıştır. Yani dönemin konjonktürel hususiyeti sebebiyle böyle bir ifadenin kullanılması tercih edilmiştir. Zira İttihatçı maceracıların ülkeyi savaşa sokmaları ve savaş esnasında irtikap ettikleri kepazelikler, Çanakkale, Kanal, Kafkas ve diğer cephelerinde yüzbinlerce Mehmetçiği Alman hesabına heba etmeleri gibi sorumsuzlukları sebebiyle zor bir durum ortaya çıkmıştı. İttihatçıların A takımı bu kepazeliklerin hesabının sorulacağını düşünmüş olmalılar ki, savaş biter bitmez Alman zırhlısıyla yurt dışına kaçmışlardır. İşte böyle bir ortamda Misak-ı Milli metninde “asgarî” ifadesi kullanılmıştır. Önemle ve tekraren ifade edelim ki, buradaki “asgarî” ifadesi mağlup bir ordunun kullanmak zorunda kaldığı bir “çaredir”…..
Mevcut belgeler ve bilgiler zemininde biliyoruz ki, Türk milleti Milli mücadeleyi gerçekleştirerek ülkemizin işgale maruz kalan kısımlarını tahliye etmiştir. Anadolu’yu işgal eden İtalyan, İngiliz, Fransız ve Yunan kuvvetlerinden İtalyanlar milletimizin direnişini fark ederek önce, daha sonra Fransa Anadolu’dan çekilip gitmişlerdir. İngilizlerin desteklediği Yunanlılar ile yapılan mücadele iki buçuk sene sürmüş ve Büyük Taarruz ile başarıya ulaşılmıştır. Bu başarının kazanılmasından sonra Mudanya Mütarekesi imzalanarak muzaffer bir konumda Lozan’a gidilmiş ancak masada Misak-ı Milli’den tavizler verilerek mağlup bir vaziyete düşülmüştür.
Burada bir hususun altını önemle çizmek isteriz; Mondros Mütarekesinden sonra İstanbul meclisinde alınan karar “asgari” bir vatandır. Dönemin şartlarında ancak bu kadar olabilirdi. “Asgarî” demek “bundan daha aza razı değiliz” demektir. Mağlup olunan bir dönemde “daha aza razı değiliz” diyen bir millet nasıl oluyor da Milli Mücadele’de galip geldikten sonra “daha aza razı olunuyor?” Bu sorunun cevabı henüz yoktur.
Daha başka soruların da cevapları yoktur. Mesela Misak-ı Milli’de “fiilen ve hukuken elimizde bulunan topraklar” denilmektedir. Fiilen elimizde bulunan topraklardan Batı Trakya, Musul ve Batum gibi bölgeler muhafaza edilememiştir. Bunlarla ilgili ikna edici olmasa da gerekçeler ifade edilmektedir. Ancak hukuken bizim olan toprak parçaları konusunda; Mesela Trablusgarp ve Kıbrıs gibi topraklardan “1914 yılından itibaren vazgeçtik” şeklinde taahhüt etmeye ne gerek vardı? Tarihe dikkat ediniz; “!914 yılından itibaren” deniliyor. .Anlaşma metninin imzalandığı tarih 1923 yılıdır.
Misak-ı Milli’ye sahip çıkanlar hangisini kast ediyorlar?
Mondros Mütarekesinden sonra mağlup olduğumuz tarihteki ifade edilen “asgarî” bir vatan mı?
Yoksa Milli Mücadele’de galip geldiğimiz halde asgarî sınırlarımızdan bile vazgeçtiğimiz vatan mı?
Türk milletini 1920’li yıllarda 10 küsur milyondu. Yunanistan’da takriben aynı nüfusa sahipti. Bugün Türkiye 80 milyona dayandı.
80 MİLYONA DAYANMIŞ BİR TÜRKİYE’Yİ 1920’Lİ VE 1930’LU YILLARA SIĞDIRABİLİR MİSİNİZ?
ZİHNEN DEMEK İSTİYORUZ, SİYASETEN DEĞİL.
UFKUMUZU KÜÇÜLTMEYE NİÇİN İHTİYAÇ DUYULUYOR?