ANAYASA MAHKEMESİ DE NORMALLEŞİYOR
‘2015 yılında bizleri nelerin beklediği’ konusunda görüşlerimizi sıraladığımız yazımızda AYM’nin yeni yılda yeni başkanını seçeceğini ve normalleşeceğini ifade etmiştik. Öngörümüz gerçekleşti. Yüksek Mahkeme yeni başkanını dün seçti. Devletin üç numaralı koltuğu artık ‘emin’ ellerde. Bu gelişme benim için sürpriz olmadı. Uzunca süredir dost meclislerinde ismini de zikretmek suretiyle başkanlığa seçileceğini söylediğim ve kendisine ‘Abi’ diye hitap ettiğim bir dostum başkan oldu: Prof. Dr. Zühtü Arslan.
Ülkemiz ve milletimiz açısından çok büyük bir kazanç. Bundan sonra AYM cephesinde kriz bekleyenler umduklarını bulamayacaklar. Zira ‘Zühtü abim’ her zaman hak, hukuk ve adaletten yana oldu. Otuz yıllık hukukumuz böyle söylüyor. Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni kazandığım yıl aynı evi paylaştık, o dönemden beri de hep aynı şeylerle mutlu olduk aynı meselelere kafa yorduk.
Bir Anadolu çocuğu, Yozgat’lı. Sorgun İmam Hatip Lisesi mezunu. Hep özgürlükçü oldu. Seksenli yıllarda beraberce YÖK’ü protesto ettik, Başörtüsü yasağına karşı çıktık, hak ve özgürlüklerin genişlemesi için mücadele ettik. Doksanlı ve iki binli yıllarda gene aynı şekilde mücadelemiz devam etti.
Zühtü Arslan hakkında birkaç bilinmeyeni paylaşalım: Türkiye’deki ‘paralel’ yapılanmayı en yakından ve en erken ‘tecrübe eden’ isimlerden biri. Polis Akademisi öğretim üyeliği sırasında 2009 yılında Beşir Atalay’ın İçişleri Bakanlığı döneminde, bizzat Başbakan Erdoğan’ın tensipleriyle Akademi Başkanlığı görevine getirildi. Seçilmesi ‘tesadüfen’ olmadı.
Aslında Başbakan o günlerde ‘paralel’ tehdidin farkına varmıştı. Uyanmasında en önemli gelişmenin, malum güruhun Ergenekon Operasyonlarında masum insanları lekeleme ve sindirmeye dönük planlarının, farkına varması olduğunu zannediyorum. Başbakan o gün operasyonlara müdahale edebilecek durumda değildi, zira yargıya ve hukuksal sürece müdahale etmek mümkün değildi. Ayrıca, ‘yargıya müdahale’ ithamlarına maruz kalacağını da hepimiz biliyorduk.
Zühtü Arslan’ın Akademideki ‘görevi’ bu yapılanmaya ‘Akademi seviyesinde geçit vermemek’ idi. Ama çok zorlandı. Zorlandığını, gizli ve açıktan tehditlere maruz kaldığını biliyorum. Birkaç kişi hariç, neredeyse etrafındaki herkes bu yapılanmaya mensuptu. Anlayacağınız çok zor bir görevdi. ‘Dönemin Hakan Fidan’ı da o idi.
O günlerden itibaren ben bu ‘yapılanmaya’ karşı biraz daha dikkatle bakmaya başladım. Önceden de ilgi alanımdaydı, ama Akademideki teşkilatlanma, konuya Başbakan’ın duyarlığı bende alarm zilleri çaldırdı. ‘Acaba’ dedim, diğer kurumlar, bakanlıklar ve üniversiteler ne durumda? Mevzuyu değiştirmeyeyim ama TRT ve TÜBİTAK’ta da benzer şeyler duymuştum. Sonra ‘kokusu’ çıktı. Karamsarlığa düştüm.
‘17 Aralık iyi ki de oldu’ deme nedenim ondan. Keşke daha önce, yani bir yıl, bir ay, bir gün önce ortaya çıksaydı. Geçen seneye nasipmiş. Ama bu sene olmasında çok daha iyi.
Malum AYM başkanlığı devletin üç numaralı koltuğu. Birincisinde TBMM başkanı, ikincisinde Başbakan üçüncüsünde de AYM başkanı oturuyor. Cumhurbaşkanı’nın ‘numarası’ yok, zira onun ki koltuk değil, ‘taht’. Ben söylemiyorum, Anayasa söylüyor.
12 Eylül 2010 Referandumu ile AYM’nin konumu çok güçlendi. O tarihten itibaren hukuken ve uygulama olarak tartışmasız bir şekilde yargının tepesine oturdu. ‘Bireysel başvuru hakkının’ uygulamaya konulmasıyla artık diğer yargı düzenleri içinde karara bağlanan konular ve yargı yerlerinin kararları da AYM’nin denetim alanına girdi.
Kamuoyunda uzunca bir süredir bununla ilgili muhtelif tartışmalar devam ediyor. Yargıtay, Danıştay vs. yüksek yargı yerlerinin değerlendirmeleri ile kesinleşen yargı kararları AYM tarafından denetleniyor. Hatta Yüksek Mahkeme sosyal medya ile ilgili geçtiğimizi yıl verdiği meşhur kararında, hukukun açık düzenlemelerine rağmen ilk derece mahkemelerin kesinleşmeyen kararını bile değerlendirme konusu yaptı, inceledi. Bu da ‘tuzun koktuğunun’ resmi idi.
‘Dalgalanmadan durulmaz’ sözüne o nedenle çok itibar ediyorum. Bir kriz çıkmalı, fahiş bir hata yapılmalı ki yanlış uygulamalara karşı kararlar alınsın, düzeltilsin. Türkiye’de işler böyle yürüyor. Problemler çıkmadan sağlıklı ve radikal kararlar alamıyoruz. Ülkemizdeki siyasal sistem tartışmalarını bu kategoride değerlendirmek lazım.
Ayrıca, başkan değişikliği, Türkiye’deki gidişatının, MGK kararlarına bile yansıyan illegal örgüt aleyhinde oluşan konsensüsün Mahkeme tarafından da algılandığını göstermesi bakımından önemli. Herkes anladı da onlar mı anlamayacak(tı)? Toplum bu konuda duyarlı, kararlı ve istikrarlı. Mahkeme de buna uymak zorunda. ‘Mahallemizde salyangoz’ istemiyoruz.
Normalde ‘başkan’ diğer 16 üyenin amiri değil. ‘Eşitler arasında birinci’. Ama biliyoruz ki bir kişiye ‘başkan’ denildiği zaman ister istemez o konudaki en yetkili kişi o oluyor. Adına ‘başkan’, ‘cumhurbaşkanı’ vs. ne derseniz deyin, ‘bir tane’ ve tüm bir sistemin başındaki kişi mecburen ülkenin tek yetkili ve etkili şahsıdır.
Artık Yeni Türkiye’de kimse hak ve hukuka aykırı karar veremeyecek, ‘paralel’, ‘yatay’ veya ‘dikey’ diye nitelendirilebilecek ‘alternatif’ yapılanmalar ortaya çıkamayacak. AYM bundan sonraki süreçte ‘paralelle’ mücadelede çok daha fazla müdahil olacak. Hukukun ne olduğunu söyleme makamı hak ve hukuku daha fazla ön plana çıkaracak.
Türkiye 7 Haziran seçimlerini problemsiz bir şekilde atlattıktan sonra önümüzde dört yıllık seçimsiz bir dönem var.
Bu dönemde belki, inşallah, bir Yeni Anayasa referandumu yapılabilir. Onun dışında seçim yok. Yeni dönem bir ıslahat dönemi haline getirilerek, 20023’e giden yoldaki taşlar temizlenebilir.
Ben ümitliyim…
Ya, siz?