Mesajı objektif değerlendirmeliyiz
Küresel ölçek bazında bakıldığında bir şekilde hemen her ülke, çeşitli sorunlar yumağı içinde yüzmekte ve söz konusu sorunları kendi çıkarları başta olmak koşuluyla çözmeye çalışmaktadır. Dünya üzerinde kendi bayrağı ve belirli bir coğrafi sınırlara sahip yaklaşık iki yüz civarında ülke olmasına rağmen, gerçek anlamda bağımsız olarak nitelenebilecek yani her kararı özgürce alabilen ülke sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Bizim buradaki bağımsızlıktan anlamamız gereken, 1960’lı yıllara kadar uzanan küreselleşmenin tüm ülkeleri ekonomik ve siyasi konularda birbirine bağımlı hale getirerek alınan kararların ülkeleri etkilemesi değil, ülkelerin kendilerine göre en olumlu kararları alabilmek için başka ülkelerin olurlarını beklememesidir. Tabi ki ABD, Almanya, Japonya, Çin gibi ekonomi hacmi bakımından büyük boyutlara ulaşmış ve aynı şekilde makro bazda küresel ekonominin lokomotifi olan ülkelerin ekonomi politikalarına göre özellikle gelişmekte olan ülkeler kendilerine çeki düzen vermeye çalışacak, de facto durumdan kazanç sağlayacak yönde bir tepki vereceklerdir. Homoeconomicus, tüm ülkeleri ve faaliyetlerini de kapsayan bir yasadır. Ortaya çıkan fırsatlar ve sorunlar karşısında her ülkenin etkinliği, ancak sahip olduğu iktisadi ve politik gücü kadardır. Bu realiteyi herkes kabul etmeli ve buna göre gerekli adımlar atılmalıdır. Bu durumun bağımsız ülke olup olmamasıyla bir ilgisi yoktur.
Günümüzün halen en gelişmiş ve ticari hacim bakımından dünyanın bir numaralı ülkesi olan ABD, kendine göre içinde bulunduğu ekonomik sorunları çözmeye çalışmaktadır, aynı şekilde AB, Japonya, Çin de öyle. ABD ekonomi verileri tüketici güveni endeksi, ISM hizmet endeksi, Markit hizmetler PMI endeksi, fabrikaların siparişleri, ihracat, iç talep, hazine tahvil kazancının artması ve haftalık işsizlik başvurularının azalması gibi olumlu trend gösterirken, borsanın inişli çıkışlı bir seyir takip etmesi, doların tarım dışı istihdam verisinin beklentilerin altında gelmesiyle gelişmekte olan piyasalara yönelik artan risk iştahıyla ilk etapta geriledikten sonra dalgalanması, uygulanan tüm politikalara rağmen enflasyonun %2, işsizliğin doğal işsizlik oranı olarak kabul edilen %3’e indirilememesi gibi temel konularda tam bir başarı sağlayamamış durumdadır. ABD’nin ekonomik sorunlarının çözümünde tam başarıya ulaşamaması süreci, bir şekilde AB ekonomileri, Japonya ve BRIC ülkeleri bağlamında tüm gelişmekte olan ülkeler için de geçerlidir. IMF’nin yayınladığı Küresel Ekonomik Görünüm Raporu’nda, küresel ekonomik büyüme hızında bir iyileşme olmayacağını ileri sürmesi, ülkelerin bıçak sırtı ekonomi koşullarını yaşayacağını göstermektedir.
ABD, Japonya ve AB ülkelerinin resmi ekonomik kararlarının global etkileri yanında, ekonomik, politik, sosyal ve kültürel amaçlarla kurdukları örgütler de ciddi anlamda küresel sonuçlar doğurmaktadır. Konuyu Moody’s’e getireceğim. Geçtiğimiz bir iki hafta Moody’s’in ülkemizle ilgili verdiği not düşürme kararı, ekonomi gündemimizi hem de devletin en yüksek perdesinden Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar düzeyinden işgal etti. Kitabın ortasından konuya gireyim, ülkemizle ilgili verilen not düşürme kararı başlı başına yanlış değildir. Ancak Moody’s, not düşürme açıklamasını yapmasından bir iki gün önce ekonomimizle ilgili olumlu görüşler belirtip ortada bu durumu değiştirecek her hangi bir olumsuz gelişme de yok iken, böyle bir karara imza atması kendi görüşüyle çelişkiye düşmüştür. Ülkemizle ilgili Moody’s’in kendi açıklamasıyla çelişen, ülkemizin yatırım yapılabilir durumdan çıkarıldığı anlamına gelen verdiği notla (Ba1) ilgili öne sürdüğü ekonomik gerekçelerin doğruluğunu da gölgelememelidir. Kim ne derse nesin, ekonomimiz kırılgan bir yapıya sahiptir. Petrol fiyatlarının düştüğü dönemlerde bile cari dengemizi negatiften kurtaramamışken, OPEC’in aldığı üretimi günlük yedi yüz bin varil kısma kararından sonra fiyatların artmasının beklenmesiyle cari dengenin sağlanması uzak bir olasılık olarak durmaktadır. Ekonomimizle ilgili diğer olumsuzlukları ana hatlarıyla; ihracatın ve büyümenin ithalata olan aşırı bağımlılığı, BİST’in bir türlü istenen istikrar ve ivmeye kavuşamaması, enflasyonun %8’ler düzeyine demir atıp %3’ler seviyesine indirilememesi, imalat PMI’ın ortalama değer kabul edilen sınırın (50) altında kalması (48,3), açıklanan Orta Vadeli Program’ın genellikle tutarlı olmasına rağmen büyüme tahminlerini azalma yönünde revize etmesinin (2016 yılında %4,5’ten %3,2’ye ve 2017 yılı için %5’ten %4,4) geleceğe dönük umutları törpülemesi, yabancı sermayenin doğrudan sabit yatırımlar yerine menkul varlıklara (plasman) kısa vadeli amaçlı gelmesi, politik risklerin artması, dış açık sorununun güdülen programlarla kısa sürede giderilmesine olan kamuoyu inancının zayıf olması, sık aralıklarla gündeme getirilen ve kurtuluş reçetesi şeklinde sunulan reform paketlerine duyulan güvenin azalması, olarak sıralamak mümkündür. Neredeyse reform ve teşvik paketleri açmaktan, açıklamaktan, umut dağıtmaktan, ülke olarak uygulamaya ayıracak vaktimiz kalmadı. Ya reform ve teşvik paketleri tanımlamasıyla açılan paketler reform nitelikli değil, ya uygulama pratiğinde sorun var yada uygulayanlar da. Diğer bir olasılık ise reform paketi olarak alınan kararların, araştırma yapılmadan, ekonominin içinde bulunduğu durum tam olarak anlaşılmadan, toplumun gazını almak için ortaya atılan görüşler olduğudur. Tüm bu olumsuzluklar bulunduran bir ekonomik yapının faturasını salt Moody’s’e çıkarmak, fazla kolaycılığa kaçmaktır. Önce ülke olarak ev ödevlerimizi yerine getirelim. Kendi iç kamuoyumuz slogan kokan ifadelerle belki sakinleştirilebilir ama, global ölçekte ciddiye alınan uluslararası derecelendirme kuruluşlarını ve bu kuruluşların notlarına göre yatırım yapan dünya insanlarını, ülkemize yatırım yapmaları konusunda nasıl ikna edeceğiz?
Soru: Küresel ölçekli kurumların ekonomi raporlarının etkileri küresel nitelikli midir? Neden?
Sözün Gözü: İnsanlar ikiye ayrılır, ağzından çıkan sözün gereğini yapanlar ve yapmayanlar.