Musab Seyithan

Musab Seyithan

Mekke müşrikleri de laik ve şeriat düşmanı idi

Mekke müşrikleri de laik ve şeriat düşmanı idi

En masum tanımıyla “Laiklik” din işini, dünya ve devlet işlerine karıştırmamak, kısaca Allah’ı hayata müdahale ettirmemek, vicdanlara mahkûm etmektir.

Yunan filozofu Aristo da “Allah, aşkın/yüce bir varlıktır. Dünya ise denî/alçak, düşük bir varlıktır. Aşkın bir varlık, âdi/alçak/düşük işlerle uğraşmaz. Onun için Allah, dünyayı yaratmış ve onu içindekileriyle beraber kendi haline terk etmiştir. O, dünya işlerine karışmaz” demiştir.

Tarihi süreç içerisinde “Soylular” anlamına gelen Aristokratlar, hep bu inançta olmuşlar, Allah’ı, idarî ve dünyevî işlere karıştırmamışlardır. Bugünün mürekkep yalamış olan üniversitelisi veya üniversite mezunu, vahiyden kopuk laik/seküler bir eğitim tezgâhından geçmiş entelektüel aristokratları da aynı inanca sahiptir. Cumhuriyet kurulduğundan beri okul kitaplarında “Din işi ayrı, dünya işi ayrıdır. Allah dünya işlerine karışmaz. Dini inançlarını herkes kendi özelinde yaşamalıdır, kamuya taşımamalıdır. Din bir vicdan işidir. Allah’ı bu işe karıştırma…” misüllü spot cümlelerle bu nesil şartlandırılmıştır. Bizim gibi imalat hatası Müslümanlar da, bu işin böyle olmadığını, “Şirk, Allah’ı bazı işlere karıştırıp, bazı işlere karıştırmamaktır. Tevhid ise, hangi iş veya projeyi ortaya koyarsak koyalım ‘bu konuda Allah ne diyor’ diyerek Allah’ı her işimize karıştırmaktır” gerçeğini sürekli haykırmıştır.

Bugün laik ve şeriat karşıtı inançlar, yeni ortaya çıkmış “modern” bir inanç değildir. Kökleri tarihin tâ Mekke cahiliye dönemine ulaşan ilkel inançlardır. Küfrün karanlığından kurtarmak için Rasûlüllah’ın gönderildiği Mekke halkı, Allah’ı büsbütün inkâr eden ateist bir toplum değildi. Kozmik anlamda yani yaratıcı olarak Allah’ı kabul ediyorlardı. Bu konuyla ilgili Kur’an-ı Kerim’de kırka yakın ayeti kerime vardır. Konunun anlaşılması için onlardan bir kaçını burada zikredelim:

"Andolsun ki onlara: 'Gökleri ve yeri kim yarattı?' diye sorsan, mutlaka: 'Allah' derler. De ki: '(Öyleyse) övgü de yalnız Allah'a mahsustur.' Ama onların çoğu bilmezler." (31/Lokman, 25)

"Andolsun ki onlara: 'Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı buyruğu altında tutan kimdir?' diye sorsan, mutlaka: 'Allah' derler. O halde nasıl (haktan) çevrilip döndürülüyorlar?" (29/Ankebut, 61)

"(Rasûlüm!) De ki: 'Eğer biliyorsanız (söyleyin bakalım), bu dünya ve onda bulunanlar kime aittir?' 'Allah'ındır' diyecekler, 'Öyleyse ders almaz mısınız?' de." (23/Müminûn, 84-85)

Ayetlerde de açıkça görüldüğü gibi cahiliye döneminin Mekke halkı, inançsız değildi. Yaratıcı olarak Allah’ı kabul etmelerinde sorun yoktu. Fakat bu müşrikler; “Kur’an’a gelin, onu hayat kitabı olarak kabul edin, onun ete-kemiğe bürünmüş uygulayıcısı olan Rasûlü’ne gelin” denildiğinde, atalarını adres göstererek kabul etmemeleri idi sorun…

Hayat Kitabımız Kur’an, onların bu inançlarını bize şöyle haber veriyor: “Onlara, “Allah'ın indirdiğine ve peygamberine geliniz” denildiğinde, “Atalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter” derler…” (5/Maide, 104);

"Biz atalarımızı bir inanç üzerinde bulduk, elbette biz onların izlerinden giderek doğru yolu buluruz." (43/Zuhruf, 22).

Görüldüğü gibi “Dünyanızı Allah’ın indirdiği ve Rasûlü’nün uyguladığı ilkelerle yani Allah’ın Kitabı ve Peygamberinin sünneti ile yani şeriatla idare edin” çağrısına, “Biz atalarımızın izledikleri ilkelere uyarız” itirazı ile tevhid ehli olmaktan yüz çevirip Şeriat karşıtı bir laik olmayı kabul etmişlerdir. Yaratıcı olarak Allah’ı kabul etmelerine rağmen kanun koyucu, haram-helâl tayin edici olarak Allah’ı, tebliğcisi olarak da Rasûlü’nü kabul etmemişlerdir. Bugünün mürekkep yalamış, laik/seküler memeden beslenmiş aristokrat Kemalistlerine de; “Allah’ın kitabına ve Rasûlü’nün sünnetine gelin” dediğinizde, “Biz Şeriata karşıyız, laikiz ve atamızın izindeyiz” bildirisi yayınlayarak karşı çıkarlar. Mekke cehilleri “atalarımızın izindeyiz” diyorlardı, çağdaş cahiller de “atamızın izindeyiz” diyorlar. Dünküler çoğul kullanırken, bugünkü cahiller tekil ifade kullanmaktadırlar. Aralarındaki terk fak bu… Yani değişen bir şey yok… Kafa aynı kafa, inanç aynı inanç…

Tarihteki cahiller; akıllı telefon kullanmıyor, aya ayak basmamış, uzay araştırmaları yapmamış, milenyum çağında yaşamamış, teknoloji bilmeyen ve çok ilkel denecek bir hayat tarzı yaşamıştı. Bugünün çağdaş cahilleri de her türlü teknolojiyi doruk noktada kullanmasına rağmen inanç olarak ilkellikte aynı seviyededirler. Demek ki, yaşama araçları değişse de, hayatı teknolojik olarak zirvede yaşasalar da, akılları vahiyle irtibatlı olmayan kişi ve toplumlar hevâ ve heveslerine tâbi olarak “ata” veya “atalar”ını izlemekten kurtulamıyorlar. Teknolojik olarak terakki ederken, inanç olarak tedenni etmişler.

Öyleyse Müslümanları “gerici” olarak suçlayanlar dönüp arkalarına bir baksınlar, Allah’ı sadece evrenin yaratıcısı olarak kabul edip de, O’nun Peygamberini, Kitabını ve gönderdiği diğer esasları kabul etmeyenleri yani laikleri, İslam gelmeden önceki Mekke’de de bulacaklardır. Yani İslam’ın yok etmeye çalıştığı bu ilkel zihniyet, yeni/çağdaş bir zihniyet değil, irticâî/gerici bir zihniyet ve inançtır. Çünkü cahiliye dönemi Mekkelileri de laik ve Şeriat düşmanı idi.

Dolayısıyla şu bir gerçektir ki, Şeriatçı-laik mücadelesi, bir Hak-bâtıl mücadelesidir. Kıyamete kadar devam edecektir.

Zamanı kokutanlar, mürteci diyor bana

Yükseldik sanıyorlar, alçaldıkça tabana. (NFK)

Önceki ve Sonraki Yazılar
Musab Seyithan Arşivi