İpek Özkayaalp
İpek Özkayaalp Mazlumların Muzaffer Olacağı Günler, Yakındır!

Mazlumların Muzaffer Olacağı Günler, Yakındır!

Son zamanlarda Milli Savunma Sanayii’nde birçok yerli ve milli ürünün gün yüzüne çıkması ve bunlarda pay sahibi olan “mühendis, teknisyen gibi” teknik ekiplerin bir araya gelmesi şahsen beni evvela Müslümanların yine “eskisi gibi güçlü, kuvvetli olacağı” hissiyle hemhâl ettiği için kıvanç duyuyorum. Tabii ki de gelişmeleri anbean takip ediyorum.

Onlara karşı, gücünüz yettiği kadar kuvvet toplayın, Müslümanca yaşamanız için en etkili ve en üstün silah gücüne sahip olun. Söz gelimi, güçlü süvari birlikleri oluşturmak üzere savaş atları ve elinizdeki imkân ve içinde bulunduğunuz şartlara göre gerekli olan her şeyi hazırlayın ki, böylece hem Allâh’ın düşmanı, hem de sizin düşmanınız olan insanları ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, fakat Allah’ın bildiği ve gelecekte Müslümanların başına belâ olabilecek kimseleri korkutup savaştan caydırabilesiniz. Fakat bunu gerçekleştirmek için, tüm malınızı canınızı ortaya koymanız gerekiyor. Unutmayın ki, Allâh yolunda her ne harcarsanız, size karşılığı eksiksiz ödenecek ve asla haksızlığa uğratılmayacaksınız.” (Enfal Sûresi/60. Âyet)

Çağımızın şartları içinde güç kuvvet denilince aklımıza ilk gelen ilmi ve fenni yani bilimsel ve teknolojik alanda gelişmiş alet edevat ve silahlar geliyor. Dediğim gibi günün şartları değişti artık ve zamanın getirdiği yeni kanuna uymak zorundayız: teknoloji.

Çünkü ilim Müslüman’ın yitik malıdır. Onu aramak, bulmak bizim boynumuza borçtur! Yani oturduğumuz yerin sağlamlığı, yüreğimizin kavi olması veyahut pazumuzun sert olması bu devirde hiç mi hiç işe yaramıyor!

Devir, düşmanını görmeden biten çatışma ve savaş devri artık! Yüzlerce hatta binlerce km ötedeki düşman, hesabı yapıyor; bir füze gönderiyor, sizin ne pazunuzun ne yüreğinizin kıymeti kalıyor! Maalesef bir zamanlar güç ve kuvvet sıralamasında çok yüksek derecelerde değildik. Daha doğrusu teknolojik gelişimin çok gerisinde kaldık ya da bırakıldık. Özellikle yerli ve milli teknoloji vurgusunun ısrarla yapılması tesadüfi bir durum değildir herhâlde?

Bugün her yeni güne uyanırken varlığından haberdar olduğumuz yeni yeni silahlarımız ve ürünlerimizi elbette geçmişte de -o günün şartlarına uygun- yapacak insanımız vardı, vardı da onlara bu imkânı sunacak veya onları koruyacak “irade” var mıydı? İntihar süsü verilerek nice mühendisimiz bizden koparıldı ama onların aziz hatıraları, ruhları bugün üretilen her milli ve yerli araç, yazılım, silah vs. ile şad ediliyor! Elhamdülillah!!!

Çok büyük bir adım atıldı ve daha da büyük adımların ayak sesleri geliyor, Elhamdülillah! Müslüman, mütedeyyin, muhafazakâr, idealist ve teknik kapasitesi yüksek insanımız bir araya geldi, onların sağlanan bu imkânları kullanması ise de alttan gelen yeni nesillerimizi iyice cesaretlendirdi. Özetle özgüveni kırılıp kabuğuna mahkûm edilen Türkiye geride kaldı. O Türkiye şimdi “Türkiye Yüzyılı” sayfasını açmanın arifesinde!

Bu yepyeni sayfa açılmadan önce ise bizim için kahır sayfaları vardı! İslam düşmanlarının karşısında o eski kudretimiz maalesef geçmişte kalmıştı ancak bugün geldiğimiz noktada ise onlara üretmiş olduğumuz milli ve yerli silahlarımızla, kazandığımız güçle birlikte yüreklerine çok büyük bir korku salmaya adeta “Artık geri döndük!” mesajı vermeye başladık.

Türk milleti çok büyük bir potansiyele sahip; bunun yanında herkesi korkutan bir nüfusumuzun var oluşu ve sürekli artması, onların nüfusunun ise artmayıp her geçen gün eksilme sürecine girmesi onlarda bu korkunun daha da büyümesine sebep oluyor.

Peki, bizim nüfusumuz artarken onlarda da bu korku olmasına rağmen, nasıl istediklerini yapıyorlar?

Sorun da tam burada!!! Bizim nüfusumuz artsa bile onlar küçük teknik kalabalıklar ile büyük iptidai yığınları daima sevk ve idare ediyorlar ve böylelikle de istediklerini yapıyorlar!

Burada biz Müslümanların aslında birlik ve beraberliğimize ne kadar çok nifak tohumları ekildiğini, bizleri ayrı düşürdüklerini görmemiz gerekiyor. Görmek de yetmiyor, bir an önce bizlerin de teknik konuda birikim sahibi nice nice insanlar yetiştirmemiz gerekiyor!

Bu dünyada Müslümanlara yapılan zulmün haddi hesabı yok! Sadece bu sebebe bile dayanarak ve son yıllarda Müslümanların ne kadar çok acı yaşadığını göz önünde bulundurarak birlik ve beraberliğin ehemmiyetini iliklerimize kadar hissedip yaşamamız gerekiyor!

Dedelerimiz, babalarımız daha zor şartlarda ve devirlerde daha büyük acılar çekerek yaşamış ve bugünlere gelmiş insanlar! Biz, onların yaşadıklarının kenarından bile geçmedik. Bize düşen ise yeni ya da daha büyük acılara katlanmak değil! Dedelerimizin, babalarımızın yaşadıkları acıların yeniden yaşanmaması için sadece birlik ve beraberlik şuuruyla kenetlenmemiz, hepsi bu kadar işte!

Bizler bunları bildiğimiz halde sulh sükûn devresi nesli olduğumuz için çok rahat büyüdük. Birçoğumuz savaşçı genlerimizden habersiziz hatta belki de silah tutmayı bile bilmiyoruz! İ’la-yı Kelimetullah davasının neferi olma izzetinin varisi olduğumuzu hatırlamalıyız. Bu kutlu vazifeyi yeniden hatırlatmak ve unutturmamak da bizlerin aslî görevi olmalı!

Dört bir yanı kurtlar sofrası olan cennet vatanımız üzerinde bin yıldır aynı senaryo işliyor! Müslüman gaflette olmamalı, daima olan biteni ferasetle izlemeliyiz, anlamalıyız, analiz edip doğru karar vermeli ve birlikte hareket etmeliyiz!

Şu su götürmez bir gerçektir ki bu gizliden ya da açıktan karşımızda olanların yöntemi çok net! Bunlar planlarını yapıyor ki bu planlar onlarca yıl sonrasını kapsıyor. O plana göre sevk ve idare ediyorlar, yani şartları ve olayları geliştiriyorlar, sonra da ummadığımız bir anda pat diye karşımıza çıkartıyorlar.

Bunun en çarpıcı örneği Körfez Savaşı’ndaydı. İşgalcilerin adım adım hazırlanmasını gördük. Amerika önce Saddam’ı bir kahraman gibi gösterdi. İran ile yıllarca savaştırdı hem İran’ı zayıflattı hem silah satıp ekonomik çıkar sağladı. Planın bu aşaması bitince bu sefer eski kahraman diktatör ilan edildi ve Irak’a artık demokrasinin getirilme(!) vakti geldi çattı. Tabii kimse bunu beklemiyordu. Birçok insan: “Amerika blöf yapıyor.” “Böyle harp olmaz, savaş çıkmaz.” diye düşünüyordu. Hatta dönemin siyasilerinden bile bu savaşa ihtimal vermeyenler vardı. Derken Amerikan askerleri hava meydanlarına inmeye başlamışlardı. Özetle hiç kimse savaşa ihtimal vermiyorken aniden herkes kendini savaşın tam ortasında buldu. Hiçbir savaş hazırlığı yoktu ve bu savaş bizi üstelik savaşın tarafı olmadığımız hâlde çeşitli yönlerden çok ciddi sarsan bir olaya dönüştü.

Bu uzun vadeli planların en canlı örneği 2002 yılında üstelik bizim subaylarımızın olduğu bir ortamda tatbikat şeklinde sunulan bir işgal planı değil miydi? Akdeniz’de problem yaşayan iki NATO ülkesi, bu ülkelerin birinde deprem oluyor. NATO müdahalesi ile problem çıkaran ülkeye(!) demokrasi(!) getiriliyor.

Bu konunun ayrıntılarını Sayın Ferda Yıldırım'ın Sayın Cihat Yaycı ile yaptığı programda bulabilirsiniz.

Aslında son bin yılımızın hikâyesi bu! Bizi istemiyorlar çünkü emperyalizm adındaki vahşi düzenin yeryüzündeki tek rakibi biziz! Biz var oldukça bu “tek dişi kalmış canavar” mazlumlara pençesini tam olarak geçiremeyecek! Biz de “kalan o son dişi” sökmeye ant içtik!

Hâlâ 14 Mayıs 2023’teki seçimlerin sadece bir seçim olduğunu düşünenlere ne demeli?

Devam edecek...

Selâm ve duâ ile...

Önceki ve Sonraki Yazılar
İpek Özkayaalp Arşivi