Dr. Ramazan Tuzla
Dr. Ramazan Tuzla Maarifin işgâlcileri

Maarifin işgâlcileri

Üniversite, Akademi, Enstitü, Fakülte

Rektör, Profesör, Doçent, Doktor, Asistan

Sömestri, Diploma, Master…

Bizden olmayan bu kelimelerin, bizde var olduğunu sandığımız donanım ve kabiliyetlerin kazanılması sürecindeki güzergahı çevreleyen kutsallar(!) olduğuna kimsenin itirazı yoktur, sanırım.

Toplumun eğitim sisteminin piramidinin en tepesinde yer alan ve bizim de bu yazıda en tepeye koyduğumuz kelimeler, hâl-i pür melâlimize ayna tutar mı acep?

Birçoğumuzun hayâli, bu kelimelere sevdalanarak kurulmaya başlandı, desek yanlış olmaz. Hep bu kelimeler şekillendirdi, gelecek hesaplarımızı.

Menzile bu kelimeleri koyduk; varınca sahip olmak, ismimize eklemek, sırtımızı dayamak, kimlik olarak kullanmak ve büyük adam(!) olmak için.

Üniversiteli olmak için talebeliğimizi unuttuk.

Diploma almak için gençliğimizi ve dahi babamızın servetini tükettik.

Asistan olmak için ilkelerimizi unuttuk.

Kadrolu doktor olmak için, en az beş yıllık emeğimizi hiçe sayıp, kaderimizi bir kişinin dudağının arasından çıkacak söze mahkûm ettik.

Doçent olmak için, yazı yazmış olmaya sevdalandık, makaleler aşımız ekmeğimiz oldu, literatür taramak saç taramanın önüne geçti ve de tarayacak saç bırakmadık.

Profesör olmak için fırsatları kollar olduk, sıvadığımız kollar ile giriştiğimiz süreçlerde girift ilişkiler geliştirdik.

Profesör olunca fakülteye dekan olmak ilk hedef, üniversiteye rektör olmak da gönlümüzde yatan aslan oldu.

Kimimiz bu aslanla kucaklaşıp güç kuvvet kazandı ve emir vermenin şehvetine kapıldı, kimimiz ise gayretini hırsına mağlup ettirdi ve o aslana yem oldu.

Geldik bu zamanlara.

Yüz yıllık yeni eğitim anlayışımızda, bu kelimelerin yerine bizden olan hiçbir kelime ikame edemeden, gelecek zamanlara doğru gidiyoruz.

Müslüman bir Türk olarak şu soruları sorma hakkım olsa gerek:

Milletin evlatlarının şahsiyetlerini imar etmek için kurduğumuz eğitim sistemimizdeki bu kelimelerin hangisi Türk?

Hangisi İslam?

Hangisi bizden?

Bizim maksudumuz olan menzil nedir?

Bu kavramlar bizi menzile taşır mı?

Bizden olmayan bu kelimeler bizi kendimize getirir mi?

Üzülerek ifade edeyim ki bunu kavramaya çalışanların, bunu sorgulayanların, bunu dert edinmiş olanların sayısı bir elin parmaklarını geçmiş değildir. Şâyet geçmiş ise, bir ses vermeleri gerekirdi.

Bir ses duyan var mı?

Bu soru, depremde yıkılmış enkaza yapılan ‘Sesimi duyan var mı?’ feryadı ile ne kadar da benzer…

Bu feryattan daha kötüsünü söyleyeyim:

Eğitim sistemimizin ve bizden olmayan kelimelerin, namı diğer maarifin işgalcilerinin bizi bu toprakların yabancısı durumuna düşürüp de bir avuç kalmış münevverin, toplumu uyandırmak için ‘Sesimi duyan var mı?’ feryadı, bitmişliğimiz resmi olur.

Harabeye dönmüş şehirlerden çok daha kötüsü, harabeye dönmüş zihinler ile bir milletin heyulaya dönüşmesidir. Allah muhafaza!

Şehir yeniden imar edilir fakat iğfal edilmiş zihinlerin temiz bir zemine kavuşturulması mümkün olmayabilir.

Bir milletin geleceği olan gençlerin emanet edildiği eğitim sisteminin piramidinin en tepesinin, bizden olmayan kelimelere ve kavramlara (işgalcilere) emanet edilmiş olması, ne acıdır.

İnsanı maymundan türeten, mevta durumuna gelmiş müfredat için de cümle kuracak olursak, acımız katmerleşir.

Bireysel olarak alınacak tedbir ile bu acıyı dindirmenin imkânı yoktur. Devlete hâkim olacak bir irfan ile sarılacak bu yaraya, bireysel serzeniş bir işe yaramaz fakat biz yine de tarihe not düşmüş olalım.

Toplumsal yarayı sarmaya, bireysel tedbiri işe yaramayan bizim gibi insanların yapabileceği en güzel iş duadır.

Biz de dua ederek bitirelim:

Allah’ım! Bizim tedbirimizin kuvvetsizliğini evlatlarımız için tehlikeye tebdil eyleme.

Allah’ım! Evlatlarımızın idraksizliğini de günlerin sonunda mahcubiyete dönüştürme.

Âmin…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Dr. Ramazan Tuzla Arşivi