Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
Prof. Dr. Ramazan Altıntaş İyiliğin Elçileri Olmak….

İyiliğin Elçileri Olmak….

İslam’da iyilik kavramı “ihsan ve hayır” kavramlarıyla ifade edilir.  İslam’ın kavramlar dünyasında  “ihsan” sözcüğü, Allah katında güzel olan bir işi gereği gibi yapıp, o işin,  özündeki güzelliği, dış yüzündeki güzellik ile süsleyip ortaya koymak demektir. Zira birçok iyi faaliyetler vardır ama yapılırken çirkinleştirilir.  “İyi” eyleminin Allah katındaki yerini bulması için dışının “iyi”yi yok edecek, sevabını sıfırlayıp iptal edecek “çirkin”likle süslenmemesi gerekir.

Kur’an ve Sünnette ihsan sözcüğünün belli başlı iki anlamı vardır:

 Bunlardan ilki bir başkasına güzellikle iyilikte bulunmaktır. Çünkü yapılan iyilik, “güzellik”le bütünleştiği zaman anlamlı olur.  Kur’an’a göre ihsan eylemini gerçekleştiren kimseye “Muhsin”adı verilmektedir. Muhsin, her an Allah’ın denetimi ve gözetimi altında olduğu şuuruna varan ve davranışlarını buna göre düzenleyen olgun insanın bir sıfatıdır. Hikmetli kitabın âyetleri Muhsîn mertebesine ulaşmış olan kimseler için hidayet ve rahmettir. Onlar; namazı gereği gibi kılarlar, zekâtı tam olarak verirler ve âhiret gününe de şeksiz-şüphesiz kesin olarak inanırlar. Bu kimseleri Allah sever. (bkz.Lokman 31/4) 

Muhsin olmanın sadece teolojik yanı değil bir de sosyolojik boyutu vardır.  Muhsin insanlar kendisi için yaşamaz, sahip oldukları maddi varlıklarını toplumun zayıflarıyla paylaşırlar. Bir nevi başkaları için de yaşarlar. İslam’da bireysel mutluluk başkalarının mutluluğu ile orantılıdır. Çünkü Allah yolunda harcamamak, tehlikenin ve topyekûn anarşinin toplumsal planda habercisidir. Bir toplumun fertleri sosyal hayatta huzur, refah, sosyal barış, hoşgörü, dayanışma ve kardeşliğin sürmesini istiyorlarsa, mutlaka ilmi olan ilmini, sermayesi olan sermayesini ihtiyaç sahipleriyle paylaşmalıdır. Fiili şükür bu demektir.  Varlıklı bir Müslüman “benim karnım tok başkaları bana ne” diyemeyeceği gibi, “ben yaşayayım da başkaları açlıktan ölürse ölsün” de diyemez.

Ahlaki anlamda İslam, sosyal barışa katkıda bulunmak için her ferde gücü nispetinde sorumluluk yüklemiştir. Müslümanlar darlıkta ve bollukta infak ederler, öfkelerini iyi yönetirler, insanların kusurlarını affederler. (bkz. Âl-i İmran 3/134). ) İşte bunlar ihsan sahiplerinin nitelikleridir.  Bu sebeple Hz. Mevlana Mesnevi adlı eserinde; dışta olan ibadetlerin ancak, içteki imana tanıklık edebileceğini dile getirir. “Namaz, oruç ve cihad, itikadın şâhitleridir” diyen Mevlânâ’ya göre, ihsanda bulunmak, açları doyurmak, misafir davet etmek samimi bir şekilde Allah’ı sevmenin birer delilidir. Görüldüğü gibi o, hem ibadet ve hem de ahlâkî ilkelere uygun hareket etmeyi inancın gerekleri olarak değerlendirir. Yine Mevlana’ya göre iyilik arayan ve iyilik peşinde koşan insan kendisini de kötülüklerden arındırmış olur. Çünkü onda iyilikler alışkanlık ve yaşam biçimi haline gelir. Bu açıdan tasavvufun diğer bir ismi de ihsan yoludur.

İhsan sözcüğünün diğer bir anlamı da, başkasının yaptığı iyiliğe karşılık iyilikte bulunmaktır. İyiliğe karşılık ancak iyilik vardır.(bkz. er-Rahman 55/60).Gerçek anlamda ‘muhsin” olanlar, yaptıkları iyilikleri “Allah rızası” için yaparlar ve muhataplarından hiçbir zaman bir karşılık ve teşekkür beklemezler. (el-İnsan 76/9). Mevlana’nın dediği gibi, nasıl ki Yüce Allah Kur’an’da kendisinin takdir edilmesini istiyorsa, biz de bir insan olarak bize iyilik yapan kimseleri takdir etmeliyiz. Bize Yüce Allah sayısız nimetler vermiştir. Bu nimetlere karşılık biz de başkalarına iyilikle muamele etmeliyiz. Böyle bir davranış,  insanlar arasında gönül köprülerinin kurulmasına yol açar. Bu da toplumsal hayatta sulhu salaha dayalı bir atmosferin uyanmasına vesile olur. Onun için iyiliklerimizi güzellikle süsleyelim, tahkim edelim. Peygamber Efendimizin meşhur iman hadislerinde buyurdukları gibi; “ihsan,  Allah’ı görür gibi kulluk etmektir.” (Buhari, “İman”37).  Şu halde İslam, organların,  iman kalbin ameli, ihsan ise,   İslam’ın kemalidir. Hayatının her alanında ‘ihsan’a dayalı yaşamayı içselleştirmiş Muhsinler,  müşahede makamında olan insan-ı kâmillerdir. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Ramazan Altıntaş Arşivi