İslamî harekette yer alacak hocalarımızın vasıfları
İslam davası; İslamî Hareket ile İslamî Hizmetin birlikteliğinden oluşur. Dolayısıyla İslamî Hizmet ve İslamî Hareket, birbirlerini tamamlayan unsurlardır. Kesinlikle biri diğerine engel olamaz.
İslam davasına hizmet edecek hareketin içinde yer alacak elemanlarımızı iyi yetiştirmemiz gerekmektedir.
İslam davasına hizmet için yetiştireceğimiz hoca ve eğitimcilerimiz, İslam’ı doğru anlayan, farklılıklara tahammül eden ve bir eli kitapta, bir eli hayatta olmalıdır.
İslam’ın toplumda yeniden ihya ve inşası için yetiştireceğimiz hizmet elemanlarımız, gelişmeye ve müspet/olumlu değişime de açık olmalıdır. Kitaplardaki ibareye/metinlere gömülüp kalmadan, bir eli kitapta, bir eli hayatta olmalıdır. Duruma göre “Kafa konforu”nu değiştirebilmeli ve saplantısı olmamalıdır. “Kafa konforu”ndan kastımız, daha önce öğrendiği bilgilerin mutlak doğru olduğuna inanarak zihnini yeni bilgilere kapatmasıdır.
Bilgi, sindirildiği zaman hayata dönüşür. Bir kısmı düşünceyi, bir kısmı duyguyu, diğer bir kısmı da eylemi besler. Beslemeyen bilgi, Peygamber Efendimizin kendisinden Allah’a sığındığı “faydasız bilgi”dir.
Öğrenmek de, değişerek gelişmektir. Yani hiç kimse kafa konforunu bozmadan öğrenemez. Çünkü bildiğimiz her şeyin, en doğrusu olduğunu düşünmek bizi rahatlatır ve yeni bilgilere karşı tavır aldırır.
Kur’an-ı Kerim, cahiliye derken hiçbir şey bilmeyen “hanzo”yu kastetmez. Ebu Cehil, bu adı “hanzo” olduğu için almadı. O, dil bilen, Yemen-Akdeniz baharat yolu arasında uluslararası ticaret yapan, çağın en süper iki gücünün başkentlerinde saygı gören bir aristokrattı. Peki, neden “cehaletin babası” sayıldı? Kafa konforunu bozmadığı için! O ve onun gibi düşünenlerin tümünün şöyle dediğini Kur’an-ı Kerim söylüyor: “Biz babalarımızı geleneksel din üzerine bulduk. Şu halde bize düşen onların yolunu takip etmektir.” (43/Zuhruf:23).
İşte günümüzün İslamî harekette yer alacak olan eğitimcileri, tebliğcileri ve hocaları; Kitap ve Sahih Sünnet dairesinde kalan farklılıklara saygı göstermeli ve geçmişi günümüze taşırken de, o güne hitap edenleri yerinde bırakıp günümüze hitap eden ve ümmetin önünü açan içtihatları asrımıza intikal ettirmelidir. Yani ataların ocağındaki külü değil, közü günümüze taşımalıdır.
Yaşadığımız topraklarda İslam’ın yeniden ihya ve inşası için şunlara dikkat etmemiz gerekir:
1.Bilgi/İlim bakımından donanımlı ve değişime açık olmalıyız.
Rasûlullah (s.a.v.): “İlim, amelin öncüsüdür. Amel ilme tâbidir.” Buyurur. (İbn Abdil Berr, Câmiu’l Beyani’l İlm, 1/65)
Ebu Hanife: “Diğer uzuvlar göze tabi olduğu gibi, amel ilme tabidir” demektedir. (Ebû Hanife, el-Âlim ve’l Müteallim, s.12)
Abdullah b. Mesud da: “Her amelin bir imamı vardır. O da ilimdir” hadisini nakleder. Çünkü ilim ve ilim sahibi nereye giderse orada lider/öncü ve baş olur.
Öyleyse hocalarımız, bildiği ile yetinmemeli, daima ilmini yenilemelidir, kendini güncellemelidir. Kendini yenilemezse, eğitim verdiği kişilerin gözünden ve gönlünden düşer, kendini tekrar etmeye başlar.
İlmin elde edilip yenilenmesi ve güçlenmesi de OKUMAK ve DİNLEMEKLE olur.
İmam-ı Âzam’a, “Daha önce okuduğun ve duyduğunu tekrar okuyup duyduğunda ne yaparsın?” diye sorulduğunda:
“Onları daha önce okumamış ve dinlememiş gibi davranarak dinlerim” demiştir.
Hz. Ali de; “Bir kimse bildiğim bir konuyu anlatsa üç nedenden dolayı dinlerim: En azından bildiklerimi tazelerim veya unuttuklarımı hatırlarım, ya da o havayı teneffüs ederim” demiştir.
Dolayısıyla dinlemesini bilen, aptaldan da istifade edebilir.
Değişimle ve farklılıklara karşı duruş belirlemekle ilgili İmam Azam şunları dile getirir:
İmam Züfer şöyle diyor: “Ebu Hanife’nin derslerine devam ederdik. İmam Ebu Yusuf ve Muhammed ile birlikte, görüşlerini yazıyorduk. Bir gün Ebu Yusuf’a:
Yâ Ebâ Yusuf! Vay haline. Benden her işittiğini yazma. Ben bugün böyle düşünüyorum, yarın bırakabilirim. Yarınki görüşümü ertesi gün terk edebilirim” dedi. (İbn-i Muin, Tarih, 2/607; Bağdadi, Tarih, 8/402).
“Bu bizim söylediklerimiz en güzel sözdür. Kim bizim sözümüzden daha güzel söz getirirse o, hakikate bizimkinden daha yakındır.”
“Senin bu verdiğin fetvalar, doğruluğunda hiç şüphe olmayan hakikatler midir?” Diye sorulduğunda. “Bilmiyorum belki de yanlışlığında hiç şüphe olmayan yanlıştır” dedi.” (Bağdadi, Tarih, 8/352)
“Hakikate yaklaş, fasıklardan uzaklaş. İnsanlığında kusur etme; kimseyi küçük görme. Bir meselede görüşünü sorana, bilinen görüşü tekrarla ve sonra o meselede şu veya bu şekilde başka görüşler de bulunduğunu zikret. Halka yumuşak davran, bıkkınlık gösterme, onlardan biriymişsin gibi davran.”
2.Hitap ettiğimiz kitleyi/muhatabımızı iyi tanımalıyız.
Rasûlullah (s.a.v.) insan eğitiminde zaman ve insan farklılıklarına gereken önemi vermiştir. Onlara sohbet yapmak için zaman kollamıştır. Soru soranın durumuna göre farklı cevaplar vermiştir. “Hangi amel daha hayırlıdır?” sorusuna, onları tanıdığı için, soru sorana hayırlı olan cevabı vermiştir.
3.Başarılı bir hoca, okuduğu eserin yazarının hal tercümesini bilmeli, onun yaşadığı dönemi iyi tanımalı ve ona göre istifade etmelidir.
Her âlim, izah ve yorumlarını, yaşadığı ortamın kültür kodlarının etkisinde kalarak kendi hal ve mizaç penceresinden bakarak yapar.
Mesela İbni Teymiyye’nin eserlerinden istifade etmek istiyorsak, onun hayatını, yaşadığı dönemi, o dönemdeki fikrî ve siyasî yapıyı iyi bilmek zorundayız. O, 1200 yıllarında, Moğol istilası döneminde yaşamış, bulunduğu toplumda bidat, hurafe ve fanatizm had safhaya ulaşmış ve tefrika kol gezmekte idi. Böyle bir ortamda yetişen İbni Teymiyye, mizacının sertliğini de buna ilave ettiğimizde, mücadelesini sert yaptığını görürüz. Bidat, hurafe ve tefrikanın suçlusu olarak mecaz ve tevili göstermiştir. “Eğer nasslar tevil edilmeyip mecaz yoluna gidilmeseydi bu ayrılık-gayrılık olmazdı” demiştir. Tevil yoluna giden Kelamcılar ve felsefeye bulanmış olan Tasavvufçular, onun amansız hasmıdır. Bundan dolayı bu kesimler tarafından sevilmez.
4.Hocalarımız, âlimleri analitik değerlendirmeli, kategorik değil. Yani onların hatalarını öne çıkarıp tu kaka ederek külliyen reddetme yerine, artı ve eksileriyle değerlendirip eksilerini kendine bırakma ve artılarından da istifade etme yoluna gitmelidir. Toptancı mantık, kategorik mantıktır. Seçici olmak da, analitik mantıktır.
Kısaca, günümüz insanına İslam’ı sunacak olan hocalarımız, her çiçekten aldığı polenlerle bal yapmayı becermelidir. Vesselam.