İnsan, İblisleşince Irkçılaşır
Batı’da özellikle 11 Eylül sonrası yeniden nüksederek yükselmeye başlayan ırkçılık akımının tarihî arka planını değerlendiren Prof. Dr. Mustafa Sıtkı BİLGİN, yazdığı “Avrupa’da Tırmanan Irkçı Anlayışın Tarihi Sebepleri” adlı makalesinde özet olarak şöyle der:
“Almanya’dan başlayan bu akım giderek German soylu diğer milletlere de sirayet etmiştir. 19’uncu asırda Avrupalı filozoflar tarafından bir ideoloji olarak sistematik hale getirilen ırkçılık anlayışının köklerini, eski Yunan, Roma ve Mısır medeniyetlerine kadar götürmek mümkündür. Bu uygarlık sahası içindeki toplumlar kendilerini üstün ve ayrıcalıklı bir kategoride görüp diğer insanları ise köle, hizmetçi yahut en iyi ihtimalle ikinci sınıf topluluk olarak değerlendirmişlerdir. Şüphesiz ki kadim tarihte İslam ve Türk karşıtlığının zirvesi 11’inci asırda Haçlı Seferleriyle gerçekleşmişti. İşte Avrupa’da İslam Coğrafyasını müdafaa eden Türklere karşı korku ve düşmanlığın oluşması da bu olayla başlamıştı. Kısaca, üstün ırk temelli bir anlayıştan yola çıkarak insanların ben ve öteki olarak ayrılması anlayışını ifade eden ırkçılığın felsefi ve ideolojik olarak sistematik hale gelmesi ve bilimsel bir kılıfa büründürülmesi 19’uncu asırda Avrupalı düşünürler marifetiyle olmuştur. Irkları ilk defa sınıflandıran ve Ari ırkı (Avrupa) üstün sayan Fransız Gobineau ve İngiliz Stewart Chamberlain ırkçı ideolojinin temellerini atmıştır. Nihayetinde bu ırkçı temeller 20’inci yüzyılda Hitler ve Musollini ile Faşizme evrilmiş ve bunun sonucunda dünya büyük bir felaketle karşı karşıya bırakılmıştır. Bu ağır felaket 50 milyon insanın ölmesi ve bir o kadarının da yaralanmasıyla neticelenmişti. 11 Eylül saldırıları aranan bahaneyi teşkil etti ve İslam-fobia ya da İslam karşıtlığının ortaya çıkmasına zemin hazırladı. Daha sonra giderek İslam düşmanlığına doğru evrilen bu anlayış, Avrupa’daki ırkçı partiler için de bir can simidi oldu. 2011 Suriye iç savaşından sonra ortaya çıkan ve yüzyılın en trajik hadiselerinden biri olan göç dalgası ve mülteciler meselesi ise Avrupa’da ikinci dalga ırkçılığın yükselmesine sebep olmuştur. Zira, yüzyılın insanlık trajedisine karşı kayıtsız kalan AB ülkeleri, kendilerine yönelen göç dalgası sebebiyle artan ırkçı popülizmden siyasi olarak rant devşirme arayışına girmişlerdir.”
Irkçılığın tarihi serüveni böyledir ama başlangıcı, insanın ilk yaratılışına kadar uzanır. Yüce Allah, Hayat Kitabımızda; “Meleklere: ‘Âdem’e secde edin’ dediğimiz zaman hepsi secde ettiler. Ancak İblis secde etmedi. O bundan kaçındı, büyüklendi ve kâfirlerden oldu.” (2Bakara:34) buyurduktan sonra, emri yerine getirmeyen İblis’e dönerek; “Secde etmeni emrettiğimde seni secde etmekten alıkoyan ne oldu?’ dedi. O da: ‘Ben ondan üstünüm, beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın’ dedi.” (7Araf:12).
İblis, Allah’ın secde emrini yerine getirmemesini ırkçılık temeline dayandırdı. Kendi varlık kökeninin, Âdem’in varlık kökeninden daha üstün olduğunu öne sürerek kibrinden secde etmedi. Dolayısıyla bilinen varlık âleminin tescilli ırkçısı, İblistir. Her ırkçılık yapan, İblisin yol arkadaşıdır, İblisleşmiştir. Ayette İblisin, kökenine dayanarak üstünlük taslamasını, kibirlenerek ortaya koyduğu ifade edilmektedir. Bu da gösteriyor ki her ırkçı aynı zamanda kibirlidir.
Asabiyetle/ırkçılıkla mücadelenin ilk adımı olarak Kur’ân, bütün müminlerin kardeş olduklarını ilan etmiş (Bak:49Hucurat:10) ve asabiyetin esasını oluşturan soy üstünlüğü ve kabilecilik anlayışını kesinlikle reddetmiştir. (Bak:102Tekâsür:1-8) Kur’an’da insanların doğuştan getirdikleri bir ayrıcalığa sahip olmadıkları, üstünlüğün “kulluk sorumluluğunu yerine getirmek” demek olan takvada gerçekleşeceği, bunun da ancak kişinin kendi gayretiyle sağlanabileceği hususları açıkça ifade edilmiştir. (Bak:49Hucurat:9-13).
Rasûlullah da (sav), Veda Hutbesinde İslam kardeşliğinin ana prensiplerini kapsamlı bir şekilde şöyle dile getirmiştir: "Ey insanlar! Sizin Rabbiniz birdir, babanız da birdir. Haberiniz olsun ki, takva dışında hiçbir Arap’ın Arap olmayana, hiçbir Acem’in Arap’a, hiçbir siyahın beyaza, hiçbir beyazın siyaha karşı bir üstünlüğü yoktur. Şüphesiz ki ilahî huzurda en değerliniz en muttaki olanınızdır." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI/11)
Rasûlullah (sav), soy üstünlüğü ve asabiyet davası gütmeyi kınamış, bunun İslam’a aykırı olduğunu açıkça ifade etmiştir: "Asabiyet/ırkçılık duygusuyla öfkelenen, asabiyet uğruna savaşırken veyahut asabiyet davası güderken körü körüne açılmış bir bayrak altında ölen kimsenin ölümü cahiliye ölümüdür." (Müslim, İmare, 57; Nesai, Tahrim, 28; İbn Mace, Fiten, 7).
Bütün bu delillerden anlaşılmaktadır ki İslam dini, ırk temeline dayanan ayrışma ve yardımlaşmayı kaldırmış, anlaşmazlıkların, adaletle çözülmesini emretmiş, bir cahiliye davası olan ırkçılığa çağırmayı da, bu uğurda uğraş vermeyi de büyük günahlardan saymıştır.
Hiçbir kimse, “Ben filan ırktan dünyaya geleceğim” diye dilekçe vererek dünyaya gelmez. Kişinin annesini, babasını ve ırkını seçme hakkı yoktur. Dolayısıyla inisiyatifimizin olmadığı bir şeyle öğünmek ya da yerinmek, akıl işi değildir. İnsan, bir ırka mensubiyeti ile değil kendi erdemli kazanımlarıyla değer kazanır. Onun için de ırkçılık davası gütmek, İblisleşmenin taa kendisidir. Bugün bu tür İblislik, Avrupa’da prim yapmaktadır. Siyasiler söylem olarak “Irkçı ayrımcılığa karşı olduklarını” söyleseler de, tabandaki bu gelişmeleri durduramadıklarından, seçilmek için onlardan alacakları oy hatırına ırkçı politikalar izleyerek onları cesaretlendirmektedirler. Başlangıçta ırkçılığa karşı olduğunu söyleyen Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un, yaklaşan seçimler dolasıyla ırkçı tabanın oylarına tav olduğu için, ağız değiştirip ırkçı politikalar izlemeye başladığına bakar mısınız?
Almanya’nın Hanau şehrinde, geçtiğimiz hafta yapılan ırkçı terör saldırısında, 5’i Türk 9 masum insanın vahşice katledilmesi, Batılı insan türünün İblisleşmesi ve bu İblisleri cesaretlendiren siyasilerin ırkçı politikalarıdır. Akıllarını başlarına alıp bu vahşi ilkellikten vazgeçmezlerse, bu tür cinayetlerin sonu da gelmeyecektir. Bu da insanlık adına utanç vericidir.