Musab Seyithan

Musab Seyithan

“Her Ülkeye Bir Kâbe” Komedisi

“Her Ülkeye Bir Kâbe” Komedisi

Hani Türkçemizde “Bir deli bir kuyuya bir taş atar, bin akıllı çıkaramaz” diye bir söz vardır ya işte ona benzer bir şekilde, yılların gazetecisi olmakla kendini her alanda söz sahibi sanan, yaşı 80’e merdiven dayanmış bir pir-i fani olan Necati Doğru namlı yazar, geçtiğimiz günlerde köşesinde cehaletin en komiğini sergilemiş. Ve bir kuyuya taş atarak buyurmuşlar ki:

"Kâbe sayısı artırılsa! Türkiye’de Konya’ya; İran’da Kum kentine; Mısır’da Kahire’de. Irak’ta, Libya’da, Kenya’da Müslüman nüfusun yüksek olduğu Endonezya’da birer Kâbe daha inşa edilse. Dünyada 1 Kâbe değil 100 Kâbe olsa bunun gerçekleşmesi için de ilk adımı Türkiye’den Diyanet İşleri Başkanı, Türkiye’nin yetiştirdiği sözü dinlenir din adamları atsalar; “Her Müslüman Ülkeye Bir Kâbe” reformunu gerçekleştirseler; işte o zaman büyük yenilik olmaz mı?"

Güler misin? Ağlar mısın? Bu ifadeler, kamuoyunu aydınlatmakla görevli aydınlarımızın, dinî konularda ne kadar cahil olduklarını göstermektedir. Buna cehli mürekkep yani katmerli cahillik denir. 80 yılını geçirdiği ve ezici çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede yazarlık yapan bir aydının(!), kendisi inanmasa ve yaşamasa bile, kültürel olarak Hac ibadetinin ve Kâbe’nin İslam inancında ne anlam ifade ettiğini, Haccın geçerli olması için onun olmazsa olmazlarının neler olduğunu bilmesi gerekmez mi?

Bir konuda fikir beyan etmeden önce o konuyu efradını cami, ağyarını mani bir şekilde bilmesi gerekmez mi?

Ama bizim sözüm ona aydın takımının azımsanmayacak kadar bir yekûn teşkil eden kısmı ilim sahibi olmadan fikir sahipliğine soyunmuş durumda. Konuyu biliyorsan delillerle fikrini söyle, bilmiyorsan sus da komik duruma düşme be adam!!!

İslam dini bir beşer uydurması değildir. İlahî kaynaklıdır. Bu dinin kurallarını Allah ve onun kontrolünde olan Rasûlü kor. Yani Bu dinin iki ana kaynağı vardır: Kur’an ve Sünnet… Konuyu fazla uzatmamak için Kur’an’dan ve Hadisten birer delille hac mahallinin “Harem” dediğimiz Mekke ve civarı olduğunu anlayacağız.

Kur’an’da Yüce Allah şöyle buyurur: “Orada apaçık deliller, İbrahim’in makamı vardır. Oraya giren emniyette olur. Gitmeye gücü yetenin o evi/Kâbe’yi ziyaret etmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse bilmelidir ki, Allah hiçbir şeye muhtaç değildir.(3/Âl-i İmran:97).

Ayet; Hac ibadetinin, gitmeye gücü yetenlerce, kendinde İbrahim makamının ve birçok delillerin bulunduğu Kâbe’yi ziyaret etmekle gerçekleşeceğini ve bunun, insanlar üzerinde Allah’ın bir hakkı olduğunu beyan buyuruyor. Ayetin son kısmında, bunun inananlar için söz konusu olduğu, inanmayanların da Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmadığını bilmeleri istenmektedir. Yani inkâr ederek haccetmemeleri Allah’a bir noksanlık getirmez. İnanmamalarının zararı ancak kendilerine dokunur denmektedir.

Rasûlullah da; “Hac Arafat’tır(Tirmizî, Tefsîru Sûre 2/22; Ebû Dâvud, Menâsik, 68; İbn Mâce, Menâsik, 57) buyurur. Yani Arefe günü “Arafat harem bölgesinde” bir müddet durmaktır. Buna vakfe denir. "Hac Arafat'tır" ifadesi, haccın sadece Arafat’tan ibaret olduğu anlamında değil, "Arafat’ta vakfe olmazsa hac geçerli olmaz" anlamındadır. Yani haccın farzlarındandır.

Bu iki delilde, şu andaki Kâbe’nin -gitmeye güç yetirenlerce- ziyaret edilmesi ve Arafat’ta vakfe yapılması emredilmektedir. Olmaz ya, hadi Necati’nin dediği gibi dünyanın 100 ülkesine birer Kâbe maketi inşa ettik, peki Arafat’ı nasıl taşıyacağız. Safa ile Merve’yi nasıl götüreceğiz? Gerçekten akla ziyan bu teklif, dalga geçmek için ortaya atılmadıysa 80 yaşın verdiği bir bunamanın ürünü olabilir. Tez elden Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları hastanesine başvurulmalıdır.

Allah Kur’an’da bir hüküm koyuyor, bir insan veya kişi bu hükme alternatif bir hüküm getiriyorsa yani “O, Allah’ın fikriyse bu da benim fikrim ve kararım” dercesine hüküm vaz’ ediyorsa, buna tâğutluk denir. İtaatten çıkarak azgınlaşmak demektir. Şimdi artık tâğutlar dine ayar vermeye, reform adı altında tadilat yapmaya kalkmaktadır.

Ramazan ayını da kasım veya aralık ayına sabitleyelim” diyen kafa da aynı tağutların hezeyanıdır. Allah Bakara suresi 185’inci ayette “Kim Ramazan ayına ulaşırsa oruç tutsun” buyuracak, tâğutlaşan insan da kalkacak tam aksine bir hüküm koyacak, işte bu yahudileşmektir. Dün yahudiler Allah’ın Tevrat’ta koyduğu hükümlere takla attırarak tâğutlaştılar, bugün de aynısını Kur’an’a yapanlar yahudileşen tâğutlardır.

Neymiş efendim? Bitlis’te bir tarikat kursunda tatbikat için maketten bir Kâbe yapılmış ve öğrenciler etrafında tavaf yapmışlar. Sonra topladıkları taşlarla da bir duvarı taşlayarak şeytan taşlamayı gerçekleştirmişler. Böyle oluyorsa, bunu 100 ülkede yaparak haccı kolaylaştırmak niye olmasınmış? Böylece yığılmalar önlenir, VİP hacı uygulamasına son verilerek hacılar arasındaki ayrımcılık ortadan kaldırılırmış. Yazının devamında da bu gerekçe öne sürülüyor. Aklî delildeki idrak yoksunluğuna bakar mısınız? Ama ne zekâ var adamda!!!

İnanın Ebû Cehil dirilse gelse, bu makaleyi okusa, Necati Doğru’yu karşısına alır: “Yahu Necati yoldaş! Ben kıtalar arası ticaret yapan uluslararası bir tüccardım ama bana “Cehaletin babası” derlerdi, gerçekten bu cehaletimle bile senin benden de cahil olduğunu anladım. Yazını okurken kahkahalara boğuldum. Cahillik olur da bu kadarı olmaz. Buna da pes doğrusu dedim. Benim zamanımda hiçbir müşrik arkadaşım senin gibi düşünmedi. Ebrehe’nin Kâbe’yi yıkmak için gelip de dersini alması, bizim gözümüzde Kâbe’nin kutsallığını bir kat daha artırdı. Sen ise bu kutsal mabedi makete indirgeyerek dünyaya serpiştirmeye kalkıyorsun. Senin bu çukur ifadelerinden sonra ben biraz seviye kazandım. Bana seviye kazandırdığın için sana teşekkür ederim” diyecektir.

Bu Necatigiller, laik cumhuriyetin tosuncuklarıdır. Bunlar hacca inanmazlar, onu “Araba para yetirmek” olarak kabul ederler ve 1950’lere kadar Haccı yasaklamışlardı. Ama cahilliklerine bakmadan Müslümanlara nizam vermeye çalışırlar. Namaz kılmazlar fakat “İbadet anadilde yapılmalıdır. Namazda Fatiha ve dualar Türkçe okunmalıdır” derler. Bununla ilgili Yaşar Nuri gibi hocalardan fetva da koparırlar ama hiç biri Türkçe namaz kılmaz. 18 sene ezanı Türkçe okuttular, hiç biri Türkçe ezan çağrısına uyarak camilere gitmedi. Eğer “Kâmet Türkçe getirilmiyor” veya “Camide çocuklara Kur’an öğretiliyor” ihbarını alırlarsa ancak o zaman, hocayı derdest edip karakola götürerek işkence yapmak için camiye gidiyorlardı.

Bunlar öyle cahiller ki; “Hac ve Kurban bayramının aynı güne denk geldiğini” gazetelerine manşet olarak attılar. Milliyet gazetesi 2013 yılında yayımladığı Kurban Bayramı ile ilgili bir haberinde “Hac Bu Sene Kurban’a Denk Geldi” başlığını kullanmıştı. O gün bugündür, bu manşet dinî cehalete bir örnek olarak gösterilir.

Konuyu, merhum Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’nun Türk aydınlarının seviyesini gösteren ilginç tespitiyle bitirmek istiyorum: "Bir millet her nesilde yeniden doğar. Bir milleti yaşatan kendi gelenekleri, binlerce yıllık süzme süzme gelmiş kültürüdür. Kültür, Hakkâri’de bale gösterisi yapmak değildir. Kültür arada bir konsere gidip hava atmak değildir. Çağdaşlık, Moda'nın ara sokaklarında köpek gezdirmek değildir. Bizde böyle sahte çağdaş aydın sınıfı yetiştirilmiştir. Kendi kültüründen kopuk, kendi halkından tiksinen, kendi kültürüne yabancı ama arada halkçılık edebiyatı yapan tipler yetişmiştir. Türkiye'nin başına da bunlar bela edilmiştir." Nokta.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Musab Seyithan Arşivi